Üst düzey profesyonel yöneticilerin çoğunluğu sanılanın
aksine mutsuzdur. Oysa, onlar birçok insanın ömrünce sahip
olamayacağı olanaklara sahiptir. Yazlık-kışlık evleri, tekneleri,
arabaları, banka hesaplarında milyonları vardır. Seçkin okullarda, seçkin
eğitmenlerin gözetiminde okur çocukları. Kapıları sıradan insanlara kapalı
restoranlarda yerler içerler, özel kulüplerde, yedi yıldızlı otellerde tatil
yaparlar. Uzak ve egzotik diyarların, az
rastlanır türden pahalı hazların izini sürerler. Ama çoğu yine de mutsuzdur
onların.
Peki neden mutsuzdur bu ''beyefendiler'' ''hanımefendiler''?
Mutsuzdurlar, çünkü öznel nesnel, maddi manevi her şeye sahip
olmak her şeyi tüketmek üzerine inşa edilmiş bir yaşamdır onlarınki. Yeryüzünün
hiçbir yönelimi, hazzı, lezzeti hiçbir deneyimi sınır tanımaz
arzularını, ihtiraslarını doyuramaz.
Onların dünyasında, elde etmekle tatmin arasındaki paralellik ortadan kalkmıştır. Elde ettikçe acıkma;
sahip oldukça daha büyük bir oburlukla saldırma sarmalı içinde ‘’yeter’’
kavramı anlamını yitirmiştir. Doğa, emek, aile, sevgi, aşk; hepsi birer
tüketim nesnesidir onların dünyasında. Duygular, güzel sözler, sırt
sıvazlamalar, çapkın bakışlar, göz süzmeler sahip olma ihtirasının araçlarıdır.
İnsanı insan yapan tüm değerler birer rakama, analize, hesaba dönüşmüştür.
Değerler hiyerarşisini belirleyen tek ölçüt sahip olunana ödenen bedeldir onlar için. Aile, narsist krizlerin yatıştırıldığı bir
terapi sığınağıdır. Gerçi, evin kadını arabanın sağ koltuğundan sol koltuğa
terfi etmiştir; ev işlerinden, yemek yapmaktan, temizlik ütü işlerinden
azadedir; hayatım, canım, cicim
sıfatlarının cömertçe kullanıldığı bir ortamda yaşamaktadır. Ama yine değersizdir,
yine aldatılandır, hor görülendir. Yüksek yaşam standardının bir karşılığı
olarak aldatılmayı, ikinci hatta 3.
kadın olmayı kabullenmek zorundadır.
Çocukların durumu çok daha içler acısıdır. Hava alanlarındaki
dükkanlardan son anda alınan oyuncaklarla, yüklü haftalıklarla, pahalı hediyelerle
mutlu edilen bir varlığa dönüştürülmüşlerdir . Yaşamın gerçekliğinden uzak bir
fanus içine kapatılmıştır çocuklar. Anne babalarını rahat bırakmaları için
ellerine tutuşturulan tabletlerle, akıllı telefonlarla yaşamın gerçekliğinden
koparılmışlar, gerçek dışı bir dünyaya hapsedilmişlerdir. Çoğu dikkat
eksikliği-hiperaktivite ya da öğrenme zorluğuyla boğuşmaktadır.
Yıllar ilerledikçe tıpkı anne babaları gibi birer tüketim bağımlısına dönüşerekler tatminsiz birer insan olacaklar, büyüdükçe alışkanlık yapıcı aktivitelere daha çok
eğilim gösterecek, gerçekliğin kasveti ile yüzleşmekten hep
kaçacaklardır.
Bu özel insanların günün neredeyse yarısını
geçirdikleri iş yerlerinde yaşamları gerçekten trajiktir. Her gün iş bilmez
cahil bir patronun ya da cahil bir aile
üyesinin önünde diz çökmelerine rağmen çoğu güç sahibi olduğuna
inandırmak zorundadır kendini. Plazanın hiçbir değer yaratmayan saçma sapan
keyfi gündemiyle, gerçeklik arasındaki yaman çelişki bilinçli bir insan için bile başa çıkabilecek türden değildir. Var olan biçimiyle plaza dünyası içinde kalmayı göze alan kişinin, gerçek dışılığın yol açacağı
nevrozlarla, akıl yarılmalarıyla, kişilik bozukluklarıyla boğuşması
kaçınılmazdır. Tüketim toplumunun paradan başka hiçbir şeye değer vermeyen
faydacı(pragmatik) yaşam anlayışı; akıl dışılığı akla uydurmak için tam da bu noktada
devreye girer; moda, kozmetik, lüks tüketim ürünleri ve turizm sektörleri her tür ve her renkten seçeneği önlerine serer. Öyle ki, gerçek dışılığın duyumsattıkları ancak bu uyuşturucuların desteğiyle katlanabilecek bir düzeye
indirgenebilir. İşte birçoğu için yanlışı doğruya, çirkini güzele dönüştüren
de, başarısızlığı başarı gibi algılatan da bu uyuşturucudur. Uyuşturucu; bazı
yöneticiler için dalkavuklarından aldığı övgüler, bazıları için alkol, bazıları
için mükellef bir ziyafet, bazıları için pahalı arabalar, bazıları için bir
güzel bir yat, bazıları için banka hesaplarında yatan milyonlar, bazıları için
satın alınmış genç bedenlerdir. Bu nedenledir
ki, aklın, vicdanın penceresinden öznele, nesnele bakanların gördükleriyle,
iş dünyasının penceresinden öznele, nesnele bakanların gördükleri hiçbir
zaman örtüşmez. Bu nedenle, açık bilinç günümüz iş dünyasındaki akıl ve gerçek dışılığı ilk bakışta görürken, uyuşturulmuş bilinç orada şan, şöhret, itibar, servet ve iktidar
dışında bir şey göremez.
Bu yaşamı sürdürülebilir kılabilmenin ikinci şartı
ise; yakın çevrenin arzularını bizzat kendi arzularıyla özdeşleştirmek; aileyi,
dostu, akrabayı insani var oluşla temelden çelişen bu yaşam formunun içine yerleştirmektir. Ortadaki, akıl dışılığın akla uydurulabilmesi, pespayeliğin hoş
görülebilmesi, uzun çalışma saatlerinin seyahatlerin, ailenin ikinci plana
atılmasının, telafi edici tüketimin aile efradına onaylatılması ancak böyle bir uzlaştırma uğraşıyla olasıdır.
Dolayısıyla ''istemiyorum ama zorunluyum, ekmek parası işte, tek
başıma olsam bu cahil patrona bir dakika katlanmam'' söylemlerin hepsinin arkası boştur, bunlar timsah göz yaşlarıdır.
Profesyonel yönetici bağımlı olduğu uyuşturucuları yani telafi edici tüketimi kullandığı sürece sanrılarından kurtulamayacak; hem kendisini hem de yakın
çevresini mutsuzluğa mahkum edecektir. Çünkü var olan haliyle bu yaşam formu
nevrozlu, akıl yarılması yaşayan kişilikler dışında hiç
kimseyi mutlu edemez. .
Öznel ya da nesnel herhangi bir şeyin tadına
varabilmek, ondan haz alabilmek için onu elde tutmanın, ona sahip
olmanın veya boyunduruk altına almanın bir ön koşul olmadığını
kavrayabildiğimiz düzeyde mutlu yaşayacağız. Çünkü nesnelere veya insanlara sahip olma, onları elde edip boyunduruk altına alma ve saklama tutkusu insanın doğuştan gelen bir özelliği değildir. Sosyal bir olgudur. Kültürel bir dayatmadır.