29 Ağustos 2015 Cumartesi

Sahte Cennet

Üst düzey profesyonel yöneticilerin çoğunluğu sanılanın aksine mutsuzdur. Oysa, onlar birçok insanın ömrünce sahip olamayacağı olanaklara sahiptir. Yazlık-kışlık evleri, tekneleri, arabaları, banka hesaplarında milyonları vardır. Seçkin okullarda, seçkin eğitmenlerin gözetiminde okur çocukları. Kapıları sıradan insanlara kapalı restoranlarda yerler içerler, özel kulüplerde, yedi yıldızlı otellerde tatil yaparlar. Uzak ve  egzotik diyarların, az rastlanır türden pahalı hazların izini sürerler. Ama çoğu yine de mutsuzdur onların.

Peki neden mutsuzdur bu ''beyefendiler'' ''hanımefendiler''?

Mutsuzdurlar, çünkü öznel nesnel, maddi manevi her şeye sahip olmak her şeyi tüketmek üzerine inşa edilmiş bir yaşamdır onlarınki. Yeryüzünün hiçbir yönelimi, hazzı, lezzeti hiçbir deneyimi sınır tanımaz arzularını, ihtiraslarını doyuramaz.  Onların dünyasında, elde etmekle tatmin arasındaki paralellik ortadan kalkmıştır. Elde ettikçe acıkma; sahip oldukça daha büyük bir oburlukla saldırma sarmalı içinde ‘’yeter’’ kavramı anlamını yitirmiştir. Doğa, emek, aile, sevgi, aşk; hepsi birer tüketim nesnesidir onların dünyasında. Duygular, güzel sözler, sırt sıvazlamalar, çapkın bakışlar, göz süzmeler sahip olma ihtirasının araçlarıdır. İnsanı insan yapan tüm değerler birer rakama, analize, hesaba dönüşmüştür. Değerler hiyerarşisini belirleyen tek ölçüt sahip olunana ödenen bedeldir onlar için. Aile, narsist krizlerin yatıştırıldığı bir terapi sığınağıdır. Gerçi, evin kadını arabanın sağ koltuğundan sol koltuğa terfi etmiştir; ev işlerinden, yemek yapmaktan, temizlik ütü işlerinden azadedir; hayatım, canım, cicim sıfatlarının cömertçe kullanıldığı bir ortamda yaşamaktadır. Ama yine değersizdir, yine aldatılandır, hor görülendir. Yüksek yaşam standardının bir karşılığı olarak aldatılmayı, ikinci hatta  3. kadın olmayı kabullenmek zorundadır.

Çocukların durumu çok daha içler acısıdır. Hava alanlarındaki dükkanlardan son anda alınan oyuncaklarla, yüklü haftalıklarla, pahalı hediyelerle mutlu edilen bir varlığa dönüştürülmüşlerdir . Yaşamın gerçekliğinden uzak bir fanus içine kapatılmıştır çocuklar. Anne babalarını rahat bırakmaları için ellerine tutuşturulan tabletlerle, akıllı telefonlarla yaşamın gerçekliğinden koparılmışlar, gerçek dışı  bir dünyaya hapsedilmişlerdir. Çoğu dikkat eksikliği-hiperaktivite ya da öğrenme zorluğuyla boğuşmaktadır. Yıllar ilerledikçe tıpkı anne babaları gibi birer tüketim bağımlısına dönüşerekler tatminsiz birer insan olacaklar, büyüdükçe alışkanlık yapıcı aktivitelere daha çok eğilim gösterecek, gerçekliğin kasveti ile yüzleşmekten hep kaçacaklardır.

Bu özel insanların günün neredeyse yarısını geçirdikleri iş yerlerinde yaşamları gerçekten trajiktir. Her gün iş bilmez cahil bir patronun ya da cahil bir aile üyesinin önünde diz çökmelerine rağmen çoğu güç sahibi olduğuna inandırmak zorundadır kendini. Plazanın hiçbir değer yaratmayan saçma sapan keyfi gündemiyle, gerçeklik arasındaki yaman çelişki bilinçli bir insan için bile başa çıkabilecek türden değildir. Var olan biçimiyle plaza dünyası içinde kalmayı göze alan kişinin, gerçek dışılığın yol açacağı nevrozlarla, akıl yarılmalarıyla, kişilik bozukluklarıyla boğuşması kaçınılmazdır. Tüketim toplumunun paradan başka hiçbir şeye değer vermeyen faydacı(pragmatik) yaşam anlayışı; akıl dışılığı akla uydurmak için tam da bu noktada devreye girer; moda, kozmetik,  lüks tüketim ürünleri ve turizm sektörleri her tür ve her renkten seçeneği önlerine serer. Öyle ki,  gerçek dışılığın duyumsattıkları ancak bu uyuşturucuların desteğiyle katlanabilecek bir düzeye indirgenebilir. İşte birçoğu için yanlışı doğruya, çirkini güzele dönüştüren de, başarısızlığı başarı gibi algılatan da bu uyuşturucudur. Uyuşturucu; bazı yöneticiler için dalkavuklarından aldığı övgüler, bazıları için alkol, bazıları için mükellef bir ziyafet, bazıları için pahalı arabalar, bazıları için bir güzel bir yat, bazıları için banka hesaplarında yatan milyonlar, bazıları için satın alınmış genç bedenlerdir.  Bu nedenledir ki, aklın, vicdanın penceresinden öznele, nesnele bakanların gördükleriyle, iş dünyasının penceresinden öznele,  nesnele bakanların gördükleri hiçbir zaman örtüşmez. Bu nedenle, açık bilinç günümüz iş dünyasındaki akıl ve gerçek dışılığı ilk bakışta görürken, uyuşturulmuş bilinç orada şan, şöhret, itibar, servet ve iktidar dışında bir şey göremez. 

Bu yaşamı sürdürülebilir kılabilmenin ikinci şartı ise; yakın çevrenin arzularını bizzat kendi arzularıyla özdeşleştirmek; aileyi, dostu, akrabayı insani var oluşla temelden çelişen bu yaşam formunun içine yerleştirmektir. Ortadaki, akıl dışılığın akla uydurulabilmesi, pespayeliğin hoş görülebilmesi, uzun çalışma saatlerinin seyahatlerin, ailenin ikinci plana atılmasının, telafi edici tüketimin aile efradına onaylatılması ancak böyle bir uzlaştırma uğraşıyla olasıdır.  Dolayısıyla ''istemiyorum ama zorunluyum, ekmek parası işte, tek başıma olsam bu cahil patrona bir dakika katlanmam''  söylemlerin hepsinin arkası boştur, bunlar timsah göz yaşlarıdır. 

Profesyonel yönetici bağımlı olduğu uyuşturucuları yani telafi edici tüketimi kullandığı sürece sanrılarından kurtulamayacak; hem kendisini hem de yakın çevresini mutsuzluğa mahkum edecektir. Çünkü var olan haliyle bu yaşam formu nevrozlu, akıl yarılması yaşayan kişilikler dışında hiç kimseyi mutlu edemez. .

Öznel ya da nesnel herhangi bir şeyin tadına varabilmek, ondan  haz alabilmek için onu elde tutmanın, ona sahip olmanın veya boyunduruk altına almanın bir ön koşul olmadığını kavrayabildiğimiz düzeyde mutlu yaşayacağız.  Çünkü nesnelere veya insanlara sahip olma, onları elde edip boyunduruk altına alma ve saklama tutkusu insanın doğuştan gelen bir özelliği değildir. Sosyal bir olgudur. Kültürel bir dayatmadır.