Bertell
Ollman Diyalektik Soruşturmalar kitabında sınavlar ve sınava girme konusundaki yanlış varsayım ve kanaatleri şu şekilde sıralar: ''Sınavlar eğitimin zorunlu bir
parçasıdır. Sınavlar tarafsızdır, öğrencilerin
ne kadar bilgili ne kadar zeki olduklarının göstergesidir. Bütün öğrenciler sınavlarda eşit başarı
şansına sahiptir. Sınavlarda çocukların yaşam
koşullarındaki büyük farklılıklar çocukların performanslarını ancak ihmal
edilebilir düzeyde etkiler. Sınavlar ve özellikle de sınav korkusu öğrencileri
ders içi sorumluluklarını yerine getirmeye motive etmek için zorunludur. Toplumsal
ve psikolojik bağlamda sınavlar kimseye
zarar vermez...''
Oysa, gerçek yukarıdaki varsayımlardan çok farklıdır. Öyle
ki, sınavlar öğrencileri herkesin çalışarak istediğini elde edeceğine, başarı
ölçütlerinin tüm insanlar için nesnel ve adil olduğuna ve herkesin hak ettiğini aldığına inandırılırlar.
Ve çocuklar büyüdükçe kökten yanlış bu yargıları kendi başarısızlıklarını da kapsayacak şekilde yaşamın bütün
alanlarına taşırlar. Bu yönelim onların kendi hatalarından kaynaklanmayan başarısızlıklar konusunda
suçluluk duymalarına yol açar. Öğrenciler sınav disipliniyle gelecekte karşılaşacakları istismar ve haksızlıklara sessizce boyun eğmeye
hazırlanır. Sınavlar yaşamın ilerleyen dönemlerinde otoriteden gelecek emirleri
hiç sorgulamadan kabul etmeye koşullar çocukları. Öğretmen hep doğru yanıtları
bilen kişi olduğundan çocuklar soru sorma konumundakilerin her zaman ve her koşul altında kendilerinden daha bilgili
olduğuna inandırılır.
Sınavların yarattığı en büyük adaletsizlik ise, sınava girenlerin eşit
koşullarda bulunduğu varsayımıdır. Oysa, sınava girenler eşit koşullarda değildir.
Sınavlardaki başarısızlığın veya başarının belirleyicisi bazı istisnalar hariç kesinlikle
sınav değil çocukların yaşam koşulları arasındaki derin ayrımlardır. Nitekim bir
çok araştırma ailenin gelir düzeyinin, anne babanın kişilik özelliklerinin çocukların sınav sonuçları arasındaki güçlü
korelasyonu ortaya koymuştur. Yani sınavlar
bir anlamda var olan yapısıyla toplumsal eşitsizliğin ve sorunların
dışavurumudurlar.
Tüm bu veriler
bir arada değerlendirildiğinde sınavlar asla yaşamdaki başarının belirleyicisi değildir.
Dolayısıyla anne babalar çocukların sınavlardaki ne başarısızlığını eleştirme ne de başarısını
övme konumundadır. Onların yapmaları gereken; 2-3 yılda bir değiştirilen bu yapboz sisteminin dolaylı sorumluları olarak başlarını öne eğerek susmaktır.
Bu gün ülke olarak gerçek gereksinimiz; beyinleri çağdışı fikirlerle hurafelerle yıkanmış, düşünme yeteneği iğdiş edilmiş insanlar yaratmak değil, düşünme, analiz etme, sorgulama, yaratma yetkinliğine sahip sıra dışı insanlar yaratmaktır.
''Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve
kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden
gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi
değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın
onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın... ''
Halil Cibran (Lübnan asıllı ABD'li ressam, şair ve filozof)