Sokrates, Aristotales’in oğlu Glaukon ve
öğrencileri yaşlı Kephalos’un evinde doğruluk ve eğrilik üzerinde
tartışmaktadır. Glaukon, konuşmasına yasanın neden çıktığını anlatarak
başlar ve eğriyle doğru arasındaki farkları vurgulayarak devam eder: ''Sen ne saf adamsın koca Sokrates. Şunu anlamalısın ki, doğru adam her
işte doğru olmayan adam karşısında kaybeder. Bir doğruyla bir eğri ortak
olsa, bu ortaklığın sonunda zararda olan hep doğrudur. Doğru adam çok, eğri
adam az vergi verir. Almaya gelince iş tersinedir, doğru adam az eğri adam çok
alır. Bir eğri ile doğru yönetimin başına geçtiler mi, doğru kendini işe adayacağı için evine bile bakamaz duruma gelir. Doğruluğu onun devlet malından
faydalanmasına engeldir. Üstelikte de, doğruluğu nedeniyle akrabalarını
kayırmak istemeyeceği için akrabalarının nefretini kazanır.
Kötüyü öğrenmenin
en kısa yolu, eğriliğin son noktasına kadar gitmektir. Öyle bir eğrilik düşün
ki, onu yapanı mutluluğa ulaştırıyor, yapmayanı sefil, perişan
ediyor. İşte böyle sonuca varan bir eğrilik, zorbalık dediğimiz düzenin ta
kendisi olur. Zorba başkalarının mallarına azar azar değil
toptan el koyar. El koyduğu malların kime ait olduğuyla ilgilenmez. Oysa ki,
onun yaptığını yapmaya kalkan sıradan hırsız ceza görür, ayıplanır. Ama
insanların malına el sürmekle kalmayıp onları köleliğe sürükleyen eğrilere bu
sıfatlar yakıştırılmaz, eğriliği
sonuna kadar vardıran adama herkes
hedeflerine ulaşmış başarılı, mutlu bir adam der.’’
Platon'un aktardığı bu diyaloğun üzerinden 2500
yıl geçti. Yüz binlerce insan doğruyu eğri karşısında savunma uğruna, işkence gördü, canlı
canlı yakıldı, açlığa mahkum edildi hapishanelerde darağaçlarında can verdi. O
çağlardan çağımıza dünya, özellikle de son yüz yılda akıl almaz bir hızla
değişti dönüştü... 2017 yılında düşünce tarihine ait bu tür metinleri okurken hep aynı sorular
aklıma takılıyor:
Ekonomik, sosyal, kültürel gelişmelere rağmen aynı toplumsal
sorunlar nasıl ve neden nesilden nesile çözülmeden aktarılıyor?
İnsanlar gerçekten gelişiyor
mu?
Aradan binlerce yıl geçmesine
karşılık neden iyiyle kötü arasındaki o kalın çizginin nereden geçtiği
üzerinde bir uzlaşı sağlanamıyor?
Neyin kötü neyin iyi, neyin etik neyin etik
dışı olduğu neden hala kişiden kişiye değişiyor?
Temel amacı gerçeği bükmek olan davranış
bilimcilerin bu sorulara vereceği yanıtları tahmin etmek güç değil. Bir psikologlar, sosyologlar, antropologlar
güruhunun, insani içgüdülerden başlayan, insanın özünden kaynaklanan zaafları ve genetik
özellikleriyle devam eden, doğal seçilime (Sosyal Darwinizm) kadar uzanan yüzlerce tezi ardı ardına
sıralayacakları hepimizin malumu. Bu koşullar altında insanların büyük
çoğunluğunun, kötülüğün doğuştan gelen bir davranış biçimi olduğu kuramında ortaklaşacaklarına kesin gözüyle bakabiliriz. Oysa, insan içgüdüleriyle hareket eden hayvanlardan çok farklı bir varlıktır ve bu savların bilimsel bağlamda hiçbir
geçerliliği yoktur. Hatta bir çok araştırma ve kuram kötülüğün doğuştan geldiği savlayan tezlerin tam
tersi sonuçlar ortaya koymuştur.
Kötüyle iyinin ne olduğunu kendi fikirleriyle, ahlak anlayışlarıyla bize dayatanların insana dair gerçeği eğip bükmek dışında bir seçeneği yok. Çünkü kötünün doğru üzerindeki egemenliğini başka türlü akla uydurmaları, kötülüğü sürdürebilir kılmaları olanaksız. Çünkü hak ettiklerinden çok fazlasına el
koyduklarının, milyarlarca insanın yaşamını cehenneme çevirdiklerinin
ayırdındalar. İşte bu yüzden tüm iletişim, eğitim araçlarını seferber ederek kötünün iyi üzerindeki tahakkümünü
biyolojik, dini, ahlaki, genetik, gerekçelere dayandırıyorlar. İnsanın
planlama, öngörme, yaratma, sentez yapma yetkinliğine sahip, düşünen bir varlık
olduğu gerçeğini görmemezlikten
geliyorlar.
Artan refah, gelişen uygarlık insanlar arası eşitliği sağlamak yerine eşitsizliği derinleştirmekten, yoksulu varsıla daha bağımlı kılmaktan başka bir işe yaramadı. Eğriyi yaratan da yaşatan da içine doğulan kültürden başka bir şey değil. Kötülük, gelenek görenek denerek dayatılan safsatalarla, mitlerle, masallarla yaşatılıyor. Cinsiyet,
din, etnik kimlik, dil, yaş eşitliğini onaylayan her türden ayrımcılığı reddeden uluslararası sözleşmelere rağmen, insanların
mali ve yaşam koşulları bağlamında
eşitliğini hala kabul edilmiyor. Oysa kimsenin kimseden daha iyi yaşama hakkı
bulunmadığını, yönetenle yönetilenin eşit olduğunu ve herkesin yaratılan değerden
eşit pay alma hakkını kabul etmeden eğri ile doğrunun üzerinde evrensen
bir uzlaşı sağlamak mümkün değildir.
Bir gün insanlık, gerçeği, bilinçli yalanlardan soyutlamayı mutlaka başaracak, neyin eğri neyin doğru olduğu üzerinde uzlaşacak. Güneş sisteminin yok olmasına daha 5 milyar yıl var. Ha gayret!
Bir gün insanlık, gerçeği, bilinçli yalanlardan soyutlamayı mutlaka başaracak, neyin eğri neyin doğru olduğu üzerinde uzlaşacak. Güneş sisteminin yok olmasına daha 5 milyar yıl var. Ha gayret!