Erich Fromm Özgün adı ''The Fear of Freedom''
olan ve Türkçeye Özgürlükten Kaçış ya da
Özgürlük korkusu(*) olarak çevrilen kitabı ikinci dünya savaşının yeryüzünü
cehenneme dönüştürdüğü bir dönemde 1941 yılında yazdı. Kitabın basılmasının
üzerinden onlarca yıl geçti ve biz hala ''Neden insanlaşamıyoruz ?'' sorusunun
yanıtını arıyoruz.
Düşünsel ve siyasi gelişme uzun soluklu bayrak yarışından
farksızdır. Dolayısıyla ardımızdan koşmuş yarışmacıların uzattığı bayrağı yani geçmişin
edinimlerini veri almadan ortaya koyacağımız her yaklaşım hüsranla sonuçlanmaya
yazgılı. Temel sorunumuz düşünürlerce biliminsanlarınca, akademisyenlerce daha iyi bir yaşam için ortaya konmuş
düşüncelerden, teorilerden habersiz oluşumuz. Bu cehalet, belli hedefler adına
araçsallaştırılmış siyasi, sosyal, psikolojik söylemleri kolaylıkla
benimsememize yol açıyor. Bu bakış açısıyla Erich
Fromm'un Özgürlük Korkusu kitabından seçtiğim bazı bölümleri paylaşmak
istedim.
''Robot
gibi uyum gösteren her birey biyolojik olarak canlıdır ama duygusal ve zihinsel
olarak ölüdür. Günümüz insanı bir doyum ve iyimserlik maskesi altındaki son
derece mutsuzdur. Hatta umutsuzluğun eşiğindedir. Umarsızca bireysellik
kavramına yapışır 'farklı' olmak ister ama bir şeyin 'farklı' olması
dışındaki çekiciliğini göremez. Bir robot
olduğundan yaşamı kendiliğinden ve içten gelen bir etkinlik olarak yaşayamadığı
için her heyecanı farklılık olgusunun içine koyar.
Çağdaş insanın gereksinimleri, istekleri çoktur ve sorununu ne istediğini
bildiği halde elde edememesi olarak algılar. Bütün enerjisini istediklerini elde etmek için harcayan insanların çoğu bu çabanın nedeninin hiç
sorgulamazlar: Gerçek isteklerini bildiklerine inanırlar. Peşinden koştukları
hedefin gerçekten kendi gerçek istekleri olup olmadığı üzerinde düşünmezler. Okuldayken iyi not almak isterler, yetişkinken başarılı olmak, daha fazla para
kazanmak, daha fazla saygınlığa kavuşmak isterler. Oysa bütün bu çılgınca
etkinliklerin arasında durup düşünseler akıllarına şu soru gelebilir: ''Bu yeni
işe girebilsem, bu daha iyi arabayı, daha lüks daireyi alabilsem, bu geziye
çıkabilsem -peki ne olacak? Bütün bunların yararı ne? Gerçekten bütün bunları
isteyen ben miyim? Beni mutlu etmesi gereken ve elde ettiğim anda benim dışıma
çıkan bir amaç peşinde mi koşuyorum? Bu sorular çok ürkütücüdür çünkü insanın bütün etkinliğinin dayandığı temeli sorgular,
ne istediği konusundaki bilgisini sorgular. Bu nedenle insanlar bu rahatsız
edici düşüncelerden olabildiğince uzak kalma eğilimindedir. Bu soruların
akıllarına yorgun ya da sinirli oldukları için geldiğine inanırlar ve kendi istekleri
olduğuna sorgulamadan inandıkları amaçların peşinde koşmaya devam ederler. Bu gerçek, çağdaş insanın, ne istediğini bildiği yanılgısı
içinde yaşadığı ama gerçekte yalnızca istemesi gerektiğini istediğidir. Bunu
kabul etmek için önce şunu anlamamız gerekir ki, kişinin gerçekten ne
istediğini bilmesi o kadar kolay değildir, tersine insanın çözmek zorunda olduğu
en güç sorunlardan biridir. İşte tam da bu nedenle bu sorumluktan telaş içinde
kaçarak hazır bazı amaçları kendi amaçlarımız gibi benimseriz.
Çağdaş insan ''kendi'' amaçları gibi görünen amaçlar peşinde koşarken büyük tehlikelere atılmaya hazırdır; ama kendi amaçlarını bulma tehlikesinden ve sorumluluğundan müthiş korkar. Oysa, günümüz insanı ne istediğini, hissettiğini, düşündüğünü keşfetme ve kendi özgür iradesine uygun davranma yetkinliğine sahiptir. Ancak bunları görmemezlikten gelir. Adı olmayan otoritelere boyun eğer ve kendine ait olmayan bir benliği benimser. Bunu yaptıkça güçsüzlüğü artar ve daha çok uyum göstermek zorunda kalır. Bir iyimserlik ve inisiyatif maskesi altında, çağdaş insanın hissettiği derin güçsüzlük yaklaşan felaketler karşısında felce uğramasına neden olur. Eğer yaşam yaşanamadığı için anlamını yitiriyorsa, insan çaresiz kalır. İnsanlar fiziksel açlıktan sessizce ölmezler; ruhsal açlıktan da sessizce ölmezler. ''Normal'' insan açısından sadece ekonomik gereksinimlere bakacak olursak, ortalama robot insanın acılarını yadsırsak kültürümüzü insan temelinde tehdit eden tehlikeyi göremeyiz. Bu tehlike, heyecan vaat eden, bireyin yaşamına anlam ve düzen katacağını iddia eden herhangi bir yapıyı, bir yaşam şeklini, bir düzeni, bir lideri kabul etmeye hazır olmaktır. İnsan biçimindeki robotların umutsuzluğu faşizmin politik amaçları için son derece uygun bir ortamdır... ''
Şok edici, kırıcı hatta yıkıcı olsa da gözlemlerimizi saptamalarımızı,tecrübelerimizi içtenlikle paylaşmadıkça bırakın ''ideal'' olana ulaşmayı vasatı bile yakalayamayacağımızı artık anlamalıyız.
Bir gün gerçek insanlar olarak insanca bir dünyada
yaşamak dileğiyle.
(*) Özgürlük Korkusu, Erich Fromm, :Çeviren Selma
Kocak, Doruk Yayımcılık, 2011