26 Ekim 2019 Cumartesi

Hodri Meydan














Siz, isimlerinizin dillerde dolaşmasından haz duyanlar. Siz, kof itibara önem atfedenler. Siz, önünüzde eğilip bükülenlerle, ceket ilikleyenlerle kibrini okşayanlar... 
Haklısınız isimleriniz, eylemleriniz tam da düşündüğünüz gibi dillerden düşmüyor. Sürekli konuşuluyorsunuz. Ancak bilmelisiniz ki, bu sohbetlerin konuları hiç de aklınızdan geçenler değil.  Çalışanlarınız umduğunuzun tersine size ne minnet ne saygı duyuyor ne de övgüler düzüyorlar. Öyle ki, herkes tumturaklı söylemlerinizle yönetim anlayışınız arasındaki tutarsızlığın farkında.  Belki haberiniz yok belki de bilmezden geliyorsunuz ancak dışarıdan bakıldığında göz kamaştıran organizasyonlarınız içten içe çürüyor, yozlaşıyor. Çalışanlarınızın yaratıcılığı, yaşam enerjisi makam, güç sahibi kıldığınız bilgisiz yöneticilerin dar görüş zindanlarında yok ediliyor.

Biliyorum, kavrayamıyorsunuz ama çalışanlarınızın istemleri son derece yalın, son derece insanca. Onların beklentisi hiç de sandığınız gibi şirket partilerde sahte sevecenlik gösterileriyle sırtlarını sıvazlamanız ya da yüksek ücret zamlarıyla ceplerini doldurmanız değil. Emin olun, onlar, paranın amaca giden yolda sadece bir araç olduğunu da, makamın birilerince verilen değil kazanılan bir konum olduğunu da sizden iyi biliyorlar. Onların sizden beklentisi; bilginin, yetkinliğin aklın önündeki engel olmaktan vazgeçmeniz. Onların sizden isteği; kayırmacılıktan, ayrımcılıktan, kan bağına dayalı yönetim anlayışından vazgeçmeniz. Onların sizden beklediği; yetkinliğe, bilgiye, uzmanlığa gereken değeri vermeniz. Onların sizden istediği, yetkin liderlerce yönetilen, ortak aklı veri alan karar alma süreçlerine sahip çağdaş iş ortamları yaratmanız. Ve en önemlisi de yönetişimi işin ehillerine, uzmanlara bırakmanız.

Artık kabul etmeniz gerekiyor ki, şirket sahibinin, oğlu, dayısı, kardeşi, damadı olarak organizasyonlarda gördüğünüz işlev gizli işsizlikten öte bir betimlemeyle açıklanamıyor. Sermaye sahipliğinin doğal bir kazanımı sandığınız o sahte bilgeliğinizle, uzmanlık alanlarına yaptığınız müdahalelerle tükettiğiniz zamanı artık okuyarak, araştırarak, çalışanlarınızla iletişim kurarak, çağdaş bir girişimcinin üstlenmesi gereken sorumlulukları, sahip olması gereken yetkinlikleri öğrenerek tüketmeniz gerekiyor.  

Biliyorum; benliğini ancak eylemle, düşünsel üretimle kanıtlayabileceğinin ayırdına varmış, işsiz, üniversite mezunu bir gencin yaşadıklarını imgeleyemiyorsunuz. Biliyorum, nepotizmle elde ettiniz konumlarınızla, yaşamın gerçekliğinden kopuk bakış açınızla yaşamınız süresince hiç tanışmadığınız, tanışmayacağınız işsizliğin nasıl bir karabasan olduğunu imgeleyemiyorsunuz.  Demek ki, insanca bir gelirle istihdam yaratmanın verdiği tatmini hiçbir statüyle  kazanamayacağınızı keşfetmenizin zamanı çoktan gelip geçti.  Demek ki, gereksiz toplantılarda hiçbir değer yaratmadan tükettiğiniz zamanı yaşamın gerçekliğini keşfetmek için kullanmalısınız. Demek ki, yılda birkaç kez cafe'lerde gençlerle oturmalı, sohbet etmeli, konuşmalısınız. Tartışmalısınız onlarla.  Sadece bu edinim bile, sizi, iş adına yarattığınız cehennemlerden çok farklı yepyeni bir dünya ile karşılaştıracak ve bu güne kadar keşfedemedikleriniz karşısında şok geçirmenize neden olacak. Bu tanıklıklar iş, çalışanlarınız ve toplum için daha fazlasını yapma iradenizi yükseltecek, girişimciliğin, değer yaratmanın gerçek anlamını kavramanızı sağlayacak. Öyle ya, ‘’Bırakınız yapalım, bırakınız geçelim’’ demiştiniz bugün istediğinizden daha fazlası elinizde: Kamu şirketlerinin satılmasını istemiştiniz, hepsi özelleştirildi. Kurumlar vergisi yüksek, yeterince kar edemiyoruz düşürün demiştiniz bugün kurumlar vergisi oranı çalışanlarınızın vergi oranından daha düşük. Örgütlü çalışanlar, iş güvencesi yasaları elimizi ayağımıza bağlıyor demiştiniz bugün çalışanların kahir çoğunluğu sendikasız.  Küresel sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasını istemiştiniz hepsi kaldırıldı. İthal girdilere, yabancı teknolojilere bağımlı işletmelerinizin maliyetlerini düşürmek için gümrük vergilerinin düşürülmesini istemiştiniz düşürüldü. Küresel sermaye gelmiyor, işten atılmalarını kolaylaştırın demiştiniz, bugün çalışanlarınızı sokağa bırakmak iki dudağınızın arasında. Geriye sadece çalışanlarınızın kıdem tazminatı kaldı o da yakın gelecekte kuşa çevrilecek.

Gel gelelim artık deniz bitti.  Artık ekonominin yüzde doksandan fazlası elinizde ve bütün gözler üzerinizde:  Artık devletin bakanından, bürokratından, ayrıcalık, kayırma dilenmekten vazgeçmeniz gerekiyor. Büyümek yerine elinizdekini korumaktan, dünyaya mal satmak yerine iç pazarı sömürmekten, yap işlet projeleriyle vatandaşın varına yoğuna el koymaktan, yolcu, geçiş garantileriyle devletin kasasını boşaltmaktan vazgeçmeniz gerekiyor. Yurtdışı finansman olanaklarıyla; enerji dağıtım ihalelerini, özelleştirilen rafinerileri, satılan kamu arsalarını almak için değil, küresel düzlemde başarılı olmayı hedefleyen iş modelleri, yeni iş fırsatları için kullanmanız gerekiyor. Ülkedeki kamu üretim araçlarını ele geçirirken kullandığınız beceriyi küresel pazarları ele geçirmek için kullanmanız gerekiyor.

Yıllarca, bugün ulaştığının konuma birileri tarafında kayrılarak, kollanarak gelmediğinizi, servetinizin uzak görüşlülüğünüzün, zekânızın, fırsatları görme yeteneklerinizin eseri olduğunu dillendirip durdunuz. Eğer bu yetkinliklere gerçekten sahipseniz şimdi onları küresel markalar, küresel işler, küresel şirketler yaratmak doğrultusunda kullanmanız gerekiyor…

Hodri meydan!   


20 Ekim 2019 Pazar

ANAYASA UYMAK BİR KEYFİYET DEĞİL ZORUNLULUKTUR:


Doğal hukuk, hakkın doğadan alındığını, bağlayıcı ve evrensel ahlaki standartları bulunduğunu savunan hukuk felsefesinin adıdır. Tabii hukuk veya  ideal hukuk olarak da adlandırılan doğal hukuk, insanın doğuştan sahip olduğu haklarla ilgiliydi. Eski dönemlerde bu haklar doğal olarak ayarlanmıştı dolayısıyla herkesin ve her şeyin üzerinde geçerliğe sahipti. Zamanın akışı içinde kentlerde toplu yaşamın sağladığı avantajlar ön plana çıktıkça insanların doğal durumdan çıkmaları, siyasi bir topluluk içinde yaşamaları bir zorunluluğa dönüştü. 

Thomas Hobbes  doğal durumdan çıkmanın anahtarını bir yönetim kurmak üzere diğer insanlarla ahit yapmak olarak tanımlar. Jean-Jacques Rousseau toplumu oluşturan kişiler arasında yapılan yazılı ya da sözlü bu anlaşmayı Toplum Sözleşmesi betimlemesiyle vurgulamıştır. Bugün anayasa olarak betimlenen toplum sözleşmesi: insanların bir arada, düzen içinde yaşamak adına, doğadan gelen haklarını, kişisel özgürlüklerini genel bir yönetime devretmesidir. Rousseau'ya göre ,  genel yönetim, toplumu oluşturan insanların çıkarlarının toplamı değil toplumun bir bütün olarak çıkarlarının toplamıdır.  John Locke ise doğal durumdan çıkıp siyasi topluluğa geçmenin yalnızca özgür bir seçimle gerçekleşebileceğini söyler ve şöyle devam eder: ''Herkes özgür eşit ve bağımsız olduğundan kimse kendi rızası olmadan doğal durumdan çıkarılıp bir kişinin siyasi iktidarına tabi kılınamaz(...) İnsanlar siyasi toplum içinde yaşama seçimi yapmakla, doğa yasalarının kendi kontrollerinde bulunma özgürlüğünü kaybederler ama doğuştan sahip oldukları özgürlükleri kaybetmezler. Topluluk içindeki insanın özgürlüğü, rızasıyla tesis edilen iktidar haricindeki hiçbir yasa koyucu iktidarın ve bir başkasının keyfi iradesine tabi değildir.''


Görüleceği üzere tarihin ilk dönemlerinde daha çok güçle el koyma şeklinde alınan yönetme yetkisi ilerleyen dönemde koşullu bir yetki devrine dönüşmüş önce sözel ardından yazılı sözleşmelere (anayasa) bağlanmıştır. İnsanlar doğa yasalarına dayanan hak ve özgürlüklerinin (mülkiyet, adalet, yönetim...)  genelin yararı adına belli düzeye kadar sınırlanmasına gönüllülükle rıza göstermişlerdir. 

Evet, pozitif hukukla birlikte insanlar doğuştan gelen haklarından  ya vazgeçmişler ya da bu haklarını korunması  koşuluyla bir siyasi  iktidara devretmişlerdir. Ancak bu gün ülkeyi yöneten AKP'nin anladığı gibi; bu yetki devri koşulsuz değildir. İlk koşul insanların birlikte barış ve güvenlik içinde yaşamasını düzenleyen Anayasa'nın (toplum sözleşmesi) eksiksiz uygulanmasıdır. Dolayısıyla siyasi iktidar tarafından çıkarılan yönetmelik ve yasaların, her türlü uygulama ve talimatın, yargı kararlarının anayasayla uyumu iktidarın keyfiyetine bağlı bir durum değil bir zorunluluktur.

Türkiye'de bugün olduğu gibi siyasi iktidarın anayasayı kısmen ya da tamamen ihlal etmesi ve ihlallerin süreklilik arz etmesi; toplum sözleşmesinin ortadan kaldırılması ve insanların bir arada yaşama iradesine yapılmış doğrudan bir müdahaledir. Bugün toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasanın onlarca maddesi ya ihlal edilmekte ya da askıya alınmış durumdadır. Diğer yanda kurumsal kontrollerin yetersizliği nedeniyle parlamentodan geçen birçok yasa anayasayla çelişmekte ve başta Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal, laik bir hukuk devleti olduğunu belirten hüküm olmak üzere bir çok anayasa maddesi uygulanmamaktadır.


ASKIYA ALINAN YA DA KISMEN UYGULANMAYAN ANAYASA MADDELERİ:  

Başlangıç Bölümü: Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;

Hiçbir faaliyetin (...) Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;


Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir


Madde 6 –Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.


Madde 7 – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.


Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (...) Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.


Madde 13 – (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.


Madde 24 – (...)  Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.


Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.


Madde 26 – Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Kanun, millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlâk ve sağlığın korunması sebepleri dışında, halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun serbestçe oluşmasını engelleyici kayıtlar koyamaz.


Madde 34 – Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.


Madde 73 – Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. (...)

Madde 90 – Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

Madde 101- Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.

Madde 138 – Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.


Madde 153 – Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Anayasa mahkemesi kararları resmi gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. 


Yazıyı JeanJacques Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi adlı eserindeki bir saptamayla bitirmek istiyorum: 

''Görülüyor ki, egemen varlık(siyasi iktidar) ne denli mutlak, ne denli kutsal, ne denli dokunulmaz olursa olsun, genel sözleşmenin (anayasa) sınırlarını aşamaz. Öyle ki egemen varlık, yurttaşlarından birini öbürlerinden daha çok yük altına sokmaya yetkili değildir. Çünkü o zaman iş toplum sözleşmesinden çıkarak özel alana girer ve bu yüzden egemen varlığın yetkisi dışında kalır''

JeanJacques Rousseau




22 Temmuz 2019 Pazartesi

İşsizlik



Çalışan insan nesneyi dönüştürürken, doğayı biçimlendirirken eşzamanlı olarak kendi benliğini de inşa eder. Varlığının nesne karşısındaki o muhteşem gücünü duyumsayarak, öznelleşir, bireyselleşir. Öyle ki, insan mekân ve zaman içindeki varoluşunu ancak çalışıp edimde bulunarak kendine kanıtlayabilir. Bu bağlamda çalışmak insan bilincini oluşturan temel itki, insanı insan kılan temel edimdir.

Aynı zamanda iş, insanı toplumsallaştıran en etkili araçtır. Toplum bireyin topluma aidiyetini ona verdiği görevle olumlar. Yaşadığı toplumun bir üyesi olarak bireyin, toplumun yarattığı değerden payını talep etme hakkı, toplumun da o insanın talep ettiği paya karşılık gelen bir çalışmayı teklif etme sorumluluğu vardır. Dolayısıyla çalışma hakkıyla, görev ve yurttaşlık olguları birbirlerinden bağımsız olarak değerlendirilemez. İşte tam bu nedenlerle iş kavramı sadece çalışma yaşamı içinde bilfiil yer alanları değil tüm toplumun sorumluluk alanına girer.

Türkiye'nin en büyük sorunu çalışma yaşındaki insanların (15-64 yaş) üretimden uzaklaştırılmış, işlevsizleştirilmiş olmalarıdır. 1900'lü yılların başlarında  Batı Avrupa nüfusunun yüzde 60 işgücüne katılıyordu. Günümüzde  OECD ülkelerinde çalışabilir nüfusun yüzde 73'ü  işgücüne katılıyor, 2019 Türkiye'sinde bu oran sadece yüzde 46.

Çalışabilir durumdaki  her iki insanından sadece birini kullanan Türkiye işgücünü potansiyelini umarsızca israf eden bir ülke durumda.  Yapılan işsizlik analizlerine;  iş bulma ümidi olmadığı için iş aramayı bırakmış olanlar, mevsimlik işlerde çalıştığı için iş aramayan ama sürekli iş bulsa çalışmaya hazır olanlar, ev kadınları, emekliler, öğrenci özürlü yaşlı ve hasta olduğu için iş aramayan ama iş bulsa çalışmaya hazır olanlar ve diğer nedenlerle iş aramayanlar dahil edilmez. Gerçekte çoğu birer aldatmacadan ibaret olan neoliberal işsizlik hesaplama formülleri yerine düz mantıkla işgücü verileri analiz edildiğinde; ülkemizdeki işsizlik oranının yüzde 13 değil yüzde 54 olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kadınlarla ilgili işgücü verilerine bakıldığında sorun çok daha dramatik bir boyut kazanıyor. Türkiye çalışabilir nüfusunun  46'sına istihdam olanağı sunan çarpık ekonomik düzen  kadınlarının sadece yüzde 29'una  iş olanağı sunuyor. Kadının, Afganistan'da yüzde 49, Mozambik'te yüzde 78, Angola'da yüzde 75 oranında işgücüne katıldığı göz önüne alındığında kadınların çalışma yaşamından nasıl dışlandığı tüm çarpıcılığıyla ortaya çıkıyor.  



15-24 yaş arasındaki gençlerin durumuysa ancak felaket betimlemesiyle açıklanabilir türden.  Bugün Türkiye'de  genç nüfusun  yüzde 31'i ne okula gidiyor ne çalışıyor. Entelektüel sermayenin nakdi sermayeden çok daha değerli bulunduğu bir çağda her 3 gencimizden biri sokaklarda, kahve köşelerinde yaşam tüketiyor. Geleceğimiz, 80 milyonun gözleri önünde ve  ''Siz en değerli hazinemizsiniz, üç çocuk yapın...'' polemikleri arasında ellerimizin arasından kayıp gidiyor. Yetişmiş işgücüne gereksinimi olan Nüfusu yaşlı Batı ise  pırıl pırıl gençlerin ülkeyi terk etmelerini avuçlarını ovuştura ovuştura izliyor.

Her gün çalıştıkları için şükür etmeleri vazedilen çalışanların durumuysa işsizlerden sadece bir tık daha iyi. Yüzde 43'ü  asgari ücrete mahkum edilmiş çalışanların sefaleti  işsizlik sorunun gölgesinde kalırken, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği sorunu neredeyse hiç konuşulmuyor. 1975'te SSK'nın 6 çalışanı 1 emekliye bakarken, bugün 2 çalışan 1 emekliye bakıyor.  Durum o kadar vahim ki, ivedilikle önlem alınmadığı taktirde sosyal güvenlik sisteminin orta vadede ayakta kalması neredeyse olanaksız.

Mevcut ucube ekonomik yapı yeterli istihdam yaratamamasının yanı sıra  nitelikli istihdam da yaratamıyor. Nitekim, son 15 yılda sanayi ve tarım kesiminin istihdamdaki payı sürekli azalırken, hizmetler sektörünün payı hızla artıyor. Sistem, inşaatların amale, alış veriş merkezlerinin tezgahtar,  sitelerin güvenlik görevlisi, yiyecek içecek sektörünün garson gereksinimi karşılamaktan öte istihdam yaratamıyor. Bu sosyoekonomik  ucube; yaratan, tasarlayan, üreten bir sosyoekonomik yapıya dönüştürülmeden işsizlik sorunun çözmek neredeyse olanaksız. Günü bile kurtarmayan, bir avuç fırsatçı sermayedara nefes aldırmaktan başka işe yaramayan yaklaşımlar artık bir kenara bırakılmalı. Ekonomik kararların sermaye, emek ve siyasetin ortak aklıyla alındığı, bilginin etkin bir biçimde ekonomik işleyişe eklemlendiği, emeğin insanca amaçlar bakımından anlam taşıdığı, planlı bir ekonomi zaman yitirilmeksizin inşa edilmelidir. Çalışanlar, liyakatsiz sermayedarların ve siyasetçilerin boyunduruğundan bir an önce kurtarılmalıdır.  

“Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlayan ve gerektiğinde her türlü sosyal koruma yolları ile de desteklenen adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.”
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

Yararlanılan kaynak;  İktisadi Aklın Eleştirisi Andre Gorz