Werner Sombart, yirminci yüzyılın
başlarında kaleme aldığı "Modern Ekonomi Dönemine Ait İnsanın Ahlaki ve
Entelektüel Tarihine Katkı" adlı kitabında Kapitalizmin şafağında yer
almış insanların amacının; insanın yaşamasına hizmet etmek olduğunu vurgular.
Ona göre, ilk burjuvaların etkinliklerini belirleyen temel güdü; bu insanların,
kendi çıkarları kadar diğer insanların çıkarlarına yaşamsal bir önem atfediyor
olmalarıdır.
Doğan Avcıoğlu, burjuva ideologlarının en az hümanist oldukları kadar devrimci
olduklarını şu argümanlarla desteklemişti: ''Büyük klasik
ekonomistlerin liderliğini yaptıkları hareketin hedefi; hızlı kalkınmaya
elverişli, gerçekçi sosyal ve ekonomik bir düzenin kurulmasıydı. Var olan feodal
düzeni, rasyonel olmadığı, üretim güçlerinin serbestçe gelişmesini ve hızlı
kalkınmayı engellediği için şiddetle eleştirmekte, kapitalizmi düzenli
kalkınmayı gerçekleştireceği için savunmaktaydılar.''
Adam Smith, kral ve memurlarının ‘’ verimli
olmayan’’ işçiler olduğunu vurgulamış ve lord’ların harcamalarının genellikle
üreten insanları değil aylakları beslediğini belirtmişti. Ricardo’ya göre
ise; büyük arazilere sahip feodal Lord’un çıkarları, sanayici ve tüketicinin
çıkarlarına daima karşıydı. Bu nedenle Ricardo üretim süreçlerine katkısı bulunmayan,
ancak ekonomik fazlanın önemli bir kısmına el koyan ve lüks tüketimle israf
eden parazit arazi sahibi feodal lordlara karşı kapitalist sınıfı mücadeleye
çağırmaktaydı. Gerçek şu ki; bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’’
düşüncesini savunan liberal ekonomistler düzen değişikliğinin savunucularıydı. Liberalizmi
dolayısıyla da kapitalizmi kaynakların
akılcı bir biçimde kullanılmasını sağlayacağı, hızlı gelişmeyi
gerçekleştireceği, en az kaynak israfıyla en fazla gelişmeyi sağlayacağı için savunuyorlardı.
Gerçekten de Burjuva Sınıfı;
aristokrasi, kilise, feodalite gibi gerici yapılara karşı verilen savaşın fikri
altyapısını hazırlamakla kalmamış bu mücadeleye liderlik de etmiştir. Bu
sürecin sonucu olan Rönesans (yeniden doğuş) ve onun eseri aydınlanma
Ortaçağ'dan çıkışın kapılarını aralamıştır. Burjuva sınıfı pozitif bilimlerin
gelişmesine verdiği önemle dogmalarla, hurafelerle tutsak alınmış insan aklının
özgürleştirilmesine önemli katkı sağlamıştır. İlk burjuvalar, zenginliği sadece
pervasız tüketimin bir aracı olarak görmemişler sanata ve düşünsel üretime,
bilim ve akla verdikleri destekle ekonomik dönüşümün yanı sıra sosyokültürel bir devrim
gerçekleştirmişlerdir. Evet, bu süreç sömürü ve gözyaşı ile doludur. Evet,
insanlar karın tokluğuna çok kötü koşullarda çalıştırılmıştır. Evet, emek
acımasızca sömürülmüştür. Ancak sömürüyle varsıllaşan burjuva; ülkemizde olduğu
gibi gerici güçlerle işbirliği yapmak yerine sanat ve bilimle kol kola girmiş,
yaratıcı aklın, bilimin yeşereceği yepyeni bir toplumsal düzen yaratmıştır.
Farklı kültürel, sosyal ekonomik dinamiklerin
yarattığı özgün koşulların sonucu olarak
Türkiye'de Batılı Burjuva benzeri bir zümre asla ortaya çıkmadı. Türkiye,
bürokrasi eliyle ve halkın parasıyla ''yerel burjuva'' yaratma yolunu seçmek
zorunda kaldı. Ülke kaynaklarının, girişimci oldukları varsayılan insanların
cebine konmasıyla hedeflenen; haz düşkünü tatminsiz patronların lüks tüketim
harcamalarını finanse etmek, güç ya da itibar gereksinimlerini karşılamak
değildi. Bu politikayla amaçlanan, girişimcilerin sermaye biriktirmeleri,
biriken sermayenin yatırımlara dönüşmesi, istihdam yaratması. dışa bağımlılığının
azaltılması dolayısıyla da ülkenin kalkınmasıydı. Ne var ki, umulan
sonuçlara hiçbir zaman ulaşılamadı. Çünkü sermayedar olarak seçilen insanların
(siyasi yandaşlar) bu hedefi gerçekleştirmek için gerekli yetkinliğe sahip olup
olmadıkları ne bugün ne de geçmişte sorgulandı. Bilinçli yapılan bu hata
nedeniyle ülke kaynakları bilgili, yetkin, vizyon sahibi girişimciler
yerine uzak görüş yoksunu, dünyadan, insandan, ekonomiden bihaber cahil bir
zümrenin cebine akıtıldı.
Bu
politika birilerinin eşek semerini altına, bakkalını süpermarkete dönüştürdü
ama hiçbir zaman Batı'daki anlamıyla bir burjuva sınıfı yaratamadı. Onlardan
Kapitalist olmaları istenmişti, ama bu insanlar ne kapitalizm ne onun yaratıcısı olan burjuva sınıfı ne de
liberalizm hakkında bir fikre sahiptiler. Halkın parasıyla
zenginleştirileler yüz yıl süresince,
hakkında hiçbir fikre sahip olmadıkları bir varlığa (burjuvaya) dönüşmeye
çalıştılar. Son tahlilde cahillerden oluşan bu zümre, Batılı Burjuva'nın aksine
kendi refah düzeyiyle birlikte toplumun da refahını yükseltme sorumluluğunu
hiçbir zaman üstlenmedi. Sosyal, ekonomik, kültürel değişime öncülük edemedi. İzlenen
stratejiler ulusal burjuva sınıfı yaratmak yerine, evrensel iş öğretilerinden
habersiz, sadece kişisel çıkarlarına odaklı, sürekli devletten nemalanan yeryüzünde
eşi benzeri bulunmayan bir sermayedar tipi yarattı.
Bu gün hala değişen bir şey yok. Hala devlet, birilerin cebine halkın parasını sermaye
olarak koymaya devam ediyor. Günün zenginleri tıpkı dünün zenginleri gibi
evrensel iş öğretilerinden bihaberler. Uygarlığa hala, Batı'nın kültürünü
reddet bilimini al perspektifinden yaklaşıyorlar. Dışarıdan devşirilerek
çalışma yaşamına, ekonomiye uyarlanmaya çalışılan sistemlerin, stratejilerin
umulandan tam tersi sonuçlar yaratmasının temel nedeni de bu bilgisizlikten
başka bir şey değil. Plaza esnafı zihniyetindeki patronlar ve
onların kapı kulu yönetici elitleri sermayenin bir kişisel itibar
aracı olduğu kadar sosyal, siyasi, kültürel dönüşüme öncülük eden bir katalizör
olduğunu hala kavrayamıyorlar.
Zaman hızla akıyor, birbiri ardına
nesiller yitip gidiyor. Bu zümre, sermaye sahipliğiyle yönetme yetkinliği
arasındaki derin ayrımları, sosyal sorumluluklarının kendilerine yüklediği toplumsal işlevleri artık görmek
zorunda. Ancak böylesi bir farkındalık; kısıtlı ülke kaynaklarının,
kimlere hangi hedefleri gerçekleştirme karşılığında aktarılacağı üzerinde
toplumsal bir uzlaşı sağlayabilir. Ancak böylesi bir farkındalık, küresel
rekabet stratejilerini birer toplumsal projeye dönüştürebilir ve teknoloji
üretimi, küresel markalar, şirketler yaratmanın önündeki mevcut engelleri
kaldırabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder