18 Ekim 2021 Pazartesi

Bilginin Gücü

 

Ülkedeki yönetici sınıf sürekli yeniden üretilen, inanılmaz bir hızla değişen, dönüşen, çoğalan bilgiyi izleme zorunluluğuyla, üstlendikleri sorumluluklar arasındaki derin ilişkiyi bir türlü kavrayamıyor... Üstlendikleri sorumlulukların koşutunda  nesnel bilgiyle, araştırmayla, bilimle iç içe bir yaşaması gerekenlerin çoğu bencilliğin, kibrin ve hedonizmin boyunduruğuna girmiş durumdalar. Bu tercih, yöneticiliğin farkındalıkla seçilmiş, benimsenmiş bir yaşam biçimi olmaktan ziyade bir geçim kapısı olarak görülmesinden kaynaklanıyor. 

Platon (M.Ö.427-347), Devlet adlı eserinde, yönetici sınıfı için geliştirdiği eğitim modelinde yönetim işlevini üstlenecek olanların hangi eğitimle hangi yetkinlikleri kazanacaklarını ayrıntılı olarak inceler. Yönetici sınıfa, beden ve ruh (psikoloji) eğitiminin yanı sıra entelektüel gelişimlerini sağlamak için matematik ve diyalektik eğitimi verilmesi gerekliğinden söz eder. Platon'un hedefi yönetişimin akıl, bilim ve felsefe yoluyla şekillendirilmesi ve bilgiyle yönetimin birleştirilmesidir. 

Gerçekten de bilgi o kadar önemlidir ki,  Ortaçağ insanı karanlıktan aydınlığa döneminden yüzlerce hatta binlerce yıl önce üretilmiş düşüncelerin ışığında ulaşabilmiştir. Bugün izlememiz gereken yol Ortaçağ insanının izlediği yoldan hiç farklı değil. Zira adil, eşitlikçi, insanca bir dünya yaratmak için ne mucizevi buluşlara, ne karizmatik liderlere gereksinimiz var. İçinde debelendiğimiz sorunları aşmak için gereksinimimiz insanlığın mevcut bilgi birikimini kullanmaktan ibaret.

Evet,  bizi birleştirebilecek güç bilginin gücüdür. Bu sarmaldan ancak yeni bilgi tapınakları inşa ederek çıkabiliriz. Özlenen, bilinen ama bugüne kadar hiçbir inancın, hiçbir öğretinin inşa etmeye cesaret edemediği özgün tapınaklardan söz ediyorum. Binlerce yıldır düşlenen, özlem duyulan insanı değerler üzerinde yükselen yepyeni bir tapınak. Uzlaşının,  gönüllülüğün bir arada yaşayacağı yepyeni bir tapınak. Aklın ve bilginin sınırsız gücünün özgürce kullanılacağı, yaratıcı dehayı serbest bırakacak yepyeni bir düşünce düzlemi. Düşüncenin, duyguların, yaşam şekillerinin tek tipleştirilmediği, hiçbir yönelimin ötekileştirilmediği, kimsenin kimseye  benzemeye zorlanmadığı, kimsenin kimseye bir şey dayatmadığı, sıra dışılığın, yaratıcı yıkıcılığın yaratıcı çılgınlıkla iç içe yaşadığı bir akıl düzlemi. Doğrunun, bilgi ve diyalektiğin kılavuzluğunda belirlendiği, kimsenin düşünceyi  tekeline alamayacağı, zorunlulukların bulunmadığı, insanileştirilmiş bilgi üzerinde temellenecek yepyeni bir bilinç tapınağı.

İki kere ikinin dört ettiğine, suyun iki hidrojen bir oksijen atomundan, havanın azot, oksijen, argon ve karbondioksit gazlarının karışımından oluştuğuna kim itiraz edebilir? Bir grafik üzerinde son on yıllık İşsizlik verileri analiz eden bir kişi uygulanan ekonomik politikaların istihdam yaratmadığını yadsıyabilir mi? Her yıl önemli oranda cari açık veren bir ekonominin belli aralıklarla krize gireceği gerçeğini kim yok sayabilir? Spinoza’nın ‘’ insanın özgürlüğü, aklın gücünde belirir, aklın gücü bilgiyle gerçekleşir ancak bilgidir ki gerçeği sahtesinden ayırır’’ saptaması katılmayan bir insan olabilir mi? Kesinlik taşıyan doğrular üzerinde lafazanlık yapanların; sözün, hamasetin gücünü kullanarak gerçeğin içini boşaltmak isteyenlerin maskesini düşürecek tek şey nesnel bilginin gücüdür.  Tam da bu nedenle, yeni tapınağın temeli her türden dogmadan arındırılmış nesnel bilgi ile atılmalı, tapınak özgünlüğü sıra dışılığı aykırılığı özenle yaşatılmalı. En önemlisi de, özü bencilliğe dayanmayan bireyselliği korumalı. Hurafelerin, dogmaların yerini alacak insanca değerleri yaymalı...

Dijital ağlarla birbirine bağlanmış, dünyanın bilgi hazinelerine kolaylıkla ulaşabilen, birbiriyle iletişim kurarak, tartışarak, işbirliği yaparak silbaştan bir refah toplumu inşa etmeye soyunmuş otuz milyon genç beyin...

Sadece hayali bile beni heyecanlandırmaya yetiyor. 

25 Şubat 2021 Perşembe

Sürdürülemez Olanı Sürdürülebilir Kılmak Uğruna Yitirilen Gelecek

 

Geçtiğimiz aylarda teknoloji devi Google'dan bir yetkili, mevcut en hızlı süper bilgisayarların 10 bin yılda yapacağı işlemleri 200 saniyede bitiren ve kuantum üstünlüğüne sahip bilgisayar yaptıklarını duyurdu. Anlaşılan o ki, önümüzdeki yıllarda yönetici koltuklarında ne patronlar ne de CEO’lar oturacak,  o koltuklarda oturan güç nesnel bilgi olacak. Gerçekten de, ancak ve ancak bilginin gücü yönetme yetkinliğinden yoksun cahil sermayedarları ve onların profesyonel uşaklarını hak etmeden oturdukları makamlardan uzak tutabilir.

Yaratım yoksunluğu ‘’araştırma, geliştirme yatırımlarını artırmalıyız’’ türünden şablonlarla çözülemeyecek kadar çok boyutlu bir sorundur. Düşünsel üretim yoksunluğunun,  tasarım alanındaki başarısızlığın nedenlerini kavramadan; ''Neden aşı üretemiyoruz, neden teknoloji geliştiremiyoruz, neden keşfedemiyoruz sorularını yanıtlamadan asla kalkınamayacağız. Kalkınmanın yolu, aile yapımızdan sosyal yaşamımıza, göreneklerimizden inançlarımıza kadar her olguyu, her tabuyu içtenlikle sorgulamaktan geçiyor. Öyle ki, son elli yılda kalkınmayı başarabilmiş ülkelerin ortak noktası; gelişmiş ekonomilerin sadece pazarı,  tüketicisi olmayı reddetmeleri ve özgün kalkınma modelleri geliştirmeleriydi.  Çin’in, Güney Kore'nin dünyaya sattığı araçlar bir mucize ya da sektör konusunda bilgisiz 5 sermaye sahibinin yerli araba yapma sevdasının sonucunda ortaya çıkmadı. Her gün yollarda karşılaştığımız bu araçlar, Amerika kadar büyük bir otomotiv endüstrisine sahip olmayı hedeflemiş ülkelerin doksanlı yıllarda yaptığı stratejik planların ürünleri. Öyle ki, Çin Devlet Planlama Komisyonunun Şubat 1994 tarihli ‘’Otomotiv endüstrisi Sanayi Politikası’’ belgesi çok sayıda küçük devlet şirketinin altı ya da yedi adet araba imalatçısı holdingin çatısı altında toplanmasını ve ‘’ulusal girişimlerin omurgası’’ olacak bir işlevsellikte birleştirilmesini öngörüyordu. Planın yürürlüğe girmesiyle birleştirilen şirketler iç pazarın tüm gereksinimini karşılamanın yanı sıra dünyaya on milyonlarca araç ihraç ettiler. Ülkemizdeki sözde siyasetçiler, sözde sermayedarlarca küçümsenen Planlı Ekonomi Türkiye’den onlarca yıl sonra liberalleşen Çin’in, Güney Kore'nin teknoloji ve marka yaratmadaki başarısının temel itkisiydi. Bu ülkeler, kalkınmanın arkasında ne liberalizm ne kapitalizm ne de devletçiliğin bulunduğunu başarının yönetim kalitesi, etkin ve özgün planlama yetkinliğine bağlı olduğunu tüm dünyaya kanıtladılar. 

Refahın yolu,  çağdaş koşullarda barınan, karnı doyan, düşünmeye, okumaya zaman ayırabilen, birilerinin vasiliğine gereksinim duymayan özgür bireylerden oluşmuş bir toplum yaratabilmekten geçiyor. Özgürlüğün ve ekonomik özerkliğin garantisi ne güçlü bir devlet, ne din, ne milliyetçilik ne güçlü bir bürokrasi ne güçlü bir ordu ne de güçlü kalıtsal yöneticiler. Toplumsal refahı ancak bilinçli bireyler, içselleştirilmiş bir demokrasi ve küresel düzlemde elde edilecek ekonomik zaferler garanti altına alabilir.  Türkiye, teknoloji ve küresel markalar yaratmayı başaramadıkça; asla kıskanılan, sözü dinlenen, saygı duyulan bir ülke olamayacaktır.

Son elli yılda Türkiye kötü yönetilen şirketler ve gereksiz altyapı yatırımları nedeniyle yüz milyarlarca dolar yitirdi. Dış borçla yaratılan kaynaklar özelleştirilen kamu şirketlerinin satın alınmasında, inşaat sektöründe ve iç tüketimin finansmanında kullanıldı. Devlet planlama teşkilatının etkisizleştirilmesin sonucu olarak bir ‘’üretim anarşisi’’ dönemi hüküm sürdü. Evrensel emtia pazarlarındaki, tüketici eğilimlerindeki değişimlere kör cahil ''girişimci'' güruhları Batı'nın onlarca yıl önce terk ettiği katma değeri düşük iş kollarına yatırım yaptı. Ülkenin kaynakları,  çağdaş bir gelecek öngörüsünden yoksun aile şirketlerince, cahil müteahhitlerce talan edildi. Aile üyelerinin çalışanların başına çöktüğü holdinglerden, cahil müteahhitlerden, kurumsallaşmamış şirketlerden oluşan ekonomik yapının bizi ülke olarak getirdiği nokta ortada. Yüzlerce yıldır içinde debelendiğimiz çarpık yapının sürdürülebilir olmadığını, bu ucubeyi yıkıp yeniden tasarlamaktan korkmamamız gerektiğini artık görmeliyiz. Sürdürülemez olanı sürdürülebilir kılmak uğruna dünü, bu günü, geleceği yitirdiğimizi artık anlamalıyız. Mutsuz edilmiş, amaçsız bırakılmış çalışanlarla, doymak bilmez bir oburlukla borçlanarak tüketen bilinçsiz tüketicilerle, toplumsal sorumluluklarının ayırtında bulunmayan patronlarla, uzmanlaşmanın iş dünyası içindeki gerçek işlevini keşfedememiş yöneticilerle bir refah toplumu yaratamayacağımızı artık kavramalıyız. Türkiye’yi bir tüketim pazarı olarak görenlerin bize bir kurtuluş reçetesi vermeyeceğini, bir şirketin sırlarını rakibiyle paylaşması ne kadar akıl dışıysa Batı'nın yol göstericiliğinde kalkınmanın o kadar akıl dışı olduğu gerçeğiyle artık yüzleşmeliyiz.

Evet, başarımız kesinlikle özgün iş modelleri geliştirebilme yetkinliğimize bağlı. Özgünlük bize, yetkinliklerimizi, edinimlerimizi rekabette fark yaratma doğrultusunda etkin kullanabilme olanağı verecek.  Evrensel iş öğretilerinden esinlenen, evrensel olduğu kadar da özgün olan bir kalkınma modeli geliştirmeliyiz. İnsanların ortak beğenilerine, değerlerine yönelik ürünler, markalar yaratmalıyız. Yargılamadan, suçlamadan geçmişimizle, hatalarımızla, dogmalarımızla cesaretle yüzleşmeliyiz. Bu bağlamda, organizasyonları ortaklık yapılarından yönetenlerine, üretim yöntemlerinden üretim teknolojilerine, pazarlamadan satışa, genel yönetimden insan kaynaklarına, finanstan üretime, beyaz yakalısından mavi yakalısına, kadar yeniden yapılandırmalıyız. Ekonomik unsurları; ihracat yapısından ithalata,  imalat sanayiden tarıma, iş yasalarından piyasa düzenlemelerine, sendikalarından işverenine kadar yeniden tasarlamalıyız. Sendikal örgütlenmenin önünü açmalıyız. Ancak böylesi bir yüzleşmeyle doğru stratejilere dayalı doğru  kalkınma modelleri oluşturabilir, küresel düzlemde rekabet edebilecek bir ekonomi tasarlayabiliriz.

25.02.2021