Çalışan insan nesneyi dönüştürürken, doğayı biçimlendirirken eşzamanlı olarak kendi benliğini de inşa eder. Varlığının nesne karşısındaki o muhteşem gücünü duyumsayarak, öznelleşir, bireyselleşir. Öyle ki, insan mekân ve zaman içindeki varoluşunu ancak çalışıp edimde bulunarak kendine kanıtlayabilir. Bu bağlamda çalışmak insan bilincini oluşturan temel itki, insanı insan kılan temel edimdir.
Aynı zamanda
iş, insanı toplumsallaştıran en etkili araçtır. Toplum bireyin topluma
aidiyetini ona verdiği görevle olumlar. Yaşadığı toplumun bir üyesi olarak
bireyin, toplumun yarattığı değerden payını talep etme hakkı, toplumun da o
insanın talep ettiği paya karşılık gelen bir çalışmayı teklif etme sorumluluğu vardır.
Dolayısıyla çalışma hakkıyla, görev ve yurttaşlık olguları birbirlerinden
bağımsız olarak değerlendirilemez. İşte tam bu nedenlerle iş kavramı
sadece çalışma yaşamı içinde bilfiil yer alanları değil tüm toplumun sorumluluk alanına girer.
Türkiye'nin
en büyük sorunu çalışma yaşındaki insanların (15-64 yaş) üretimden uzaklaştırılmış, işlevsizleştirilmiş
olmalarıdır. 1900'lü yılların başlarında Batı Avrupa nüfusunun yüzde 60 işgücüne
katılıyordu. Günümüzde OECD ülkelerinde
çalışabilir nüfusun yüzde 73'ü işgücüne
katılıyor, 2019 Türkiye'sinde bu oran sadece yüzde 46.
Çalışabilir
durumdaki her iki insanından sadece birini
kullanan Türkiye işgücünü potansiyelini umarsızca israf eden bir ülke durumda. Yapılan işsizlik analizlerine; iş bulma ümidi olmadığı için iş aramayı bırakmış
olanlar, mevsimlik işlerde çalıştığı için iş aramayan ama sürekli iş bulsa çalışmaya
hazır olanlar, ev kadınları, emekliler, öğrenci özürlü yaşlı ve hasta olduğu
için iş aramayan ama iş bulsa çalışmaya hazır olanlar ve diğer nedenlerle iş
aramayanlar dahil edilmez. Gerçekte çoğu
birer aldatmacadan ibaret olan neoliberal işsizlik hesaplama formülleri yerine
düz mantıkla işgücü verileri analiz edildiğinde; ülkemizdeki işsizlik oranının
yüzde 13 değil yüzde 54 olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kadınlarla
ilgili işgücü verilerine bakıldığında sorun çok daha dramatik bir boyut kazanıyor.
Türkiye çalışabilir nüfusunun 46'sına
istihdam olanağı sunan çarpık ekonomik düzen
kadınlarının sadece yüzde 29'una
iş olanağı sunuyor. Kadının, Afganistan'da yüzde 49, Mozambik'te yüzde
78, Angola'da yüzde 75 oranında işgücüne katıldığı göz önüne alındığında
kadınların çalışma yaşamından nasıl dışlandığı tüm çarpıcılığıyla ortaya
çıkıyor.
15-24 yaş
arasındaki gençlerin durumuysa ancak felaket betimlemesiyle açıklanabilir türden. Bugün Türkiye'de genç nüfusun
yüzde 31'i ne okula gidiyor ne çalışıyor. Entelektüel sermayenin nakdi
sermayeden çok daha değerli bulunduğu bir çağda her 3 gencimizden biri sokaklarda,
kahve köşelerinde yaşam tüketiyor. Geleceğimiz, 80 milyonun gözleri önünde
ve ''Siz en değerli hazinemizsiniz, üç
çocuk yapın...'' polemikleri arasında ellerimizin arasından kayıp gidiyor. Yetişmiş işgücüne gereksinimi olan Nüfusu yaşlı Batı ise pırıl pırıl gençlerin ülkeyi terk etmelerini
avuçlarını ovuştura ovuştura izliyor.
Her gün
çalıştıkları için şükür etmeleri vazedilen çalışanların durumuysa işsizlerden
sadece bir tık daha iyi. Yüzde 43'ü
asgari ücrete mahkum edilmiş çalışanların sefaleti işsizlik sorunun gölgesinde kalırken, sosyal
güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği sorunu neredeyse hiç konuşulmuyor. 1975'te
SSK'nın 6 çalışanı 1 emekliye bakarken, bugün 2 çalışan 1 emekliye bakıyor. Durum o kadar vahim ki, ivedilikle önlem
alınmadığı taktirde sosyal güvenlik sisteminin orta vadede ayakta kalması neredeyse
olanaksız.
Mevcut ucube
ekonomik yapı yeterli istihdam yaratamamasının yanı sıra nitelikli istihdam da yaratamıyor. Nitekim,
son 15 yılda sanayi ve tarım kesiminin istihdamdaki payı sürekli azalırken,
hizmetler sektörünün payı hızla artıyor. Sistem, inşaatların amale, alış veriş
merkezlerinin tezgahtar, sitelerin
güvenlik görevlisi, yiyecek içecek sektörünün garson gereksinimi karşılamaktan
öte istihdam yaratamıyor. Bu sosyoekonomik
ucube; yaratan, tasarlayan, üreten bir sosyoekonomik yapıya dönüştürülmeden
işsizlik sorunun çözmek neredeyse olanaksız. Günü bile kurtarmayan, bir avuç
fırsatçı sermayedara nefes aldırmaktan başka işe yaramayan yaklaşımlar artık
bir kenara bırakılmalı. Ekonomik kararların sermaye, emek ve siyasetin ortak
aklıyla alındığı, bilginin etkin bir biçimde ekonomik işleyişe eklemlendiği,
emeğin insanca amaçlar bakımından anlam taşıdığı, planlı bir ekonomi zaman
yitirilmeksizin inşa edilmelidir. Çalışanlar, liyakatsiz sermayedarların ve
siyasetçilerin boyunduruğundan bir an önce kurtarılmalıdır.
“Çalışan
herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlayan ve
gerektiğinde her türlü sosyal koruma yolları ile de desteklenen adil ve
elverişli bir ücrete hakkı vardır.”
İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi
Yararlanılan kaynak; İktisadi Aklın Eleştirisi Andre Gorz