İnsanlar
çoğunlukla yöneticilerin aldığı kararların ardında bir uzmanlık ve sağduyu bulunduğunu
varsayarlar. Arkasına takıldıkları liderlerin mantıkla analiz eden, akılcı
seçimler yapan “rasyonel” kişiler olduğunu düşünürler. Oysa, bilimsel bulgular insan beyninin yeni bir durumla karşılaştığında somut
verilerle mantığı eşzamanlı kullanmak yerine geçmiş duygusal ve fiziki deneyimlerine,
yargılarına göre karar verdiğini ortaya koyuyor. Yani,
insan beyni seçenekleri sırala, hedefleri tanımla ve her bir hedefe hangi
seçeneğin uyacağını belirle şeklinde bir işleyişle çalışmıyor. Demek ki, yönetenlerin
kararlarının ardında anın nesnel gerçekliğinden çok geçmişe ait duygusal
etkileşimlerin, bilince kazınmış şablonların etkisi var. Bulgular kaçınılmaz olarak aklımıza, ''Bu işleyişle karar alan; duygularının, geçmişinin, arzularının, özseviciliğinin etkisindeki bir varlık hemcinslerini yönetebilir mi? '' sorusunu
getiriyor. Bugün, elimizde, insanın diğer insanları yönetme
yetkinliğine sahip olduğunu kanıtlayacak çok az örnek var. Üstelik bu iyi
örneklerce sağlanan iyileşmelerin çoğunlukla kalıcı ve sürdürülebilir kılınamadığı
ortada. Geçmişi irdelediğimizde, her yetkin yöneticiyi her köklü değişimi geçmişin
ilerleme ve kazanımlarını yok eden kötü yöneticilerin, kötü dönemlerin izlediğini
görüyoruz.
Son on iki bin yılda, kadın egemen toplumlardan erkek
egemen toplumlara, avcı-toplayıcı göçerlerden yerleşik tarım toplumlarına,
büyücü reislerden klan şeflerine, derebeylerinden krallara; monarşiden demokrasiye, faşizmden komünizme,
oligarşiden teokrasiye her türden liderlik modelini ve yönetim sistemini denedik.
Ancak yeryüzünden ne şiddeti, ne savaşı ne de
sefaleti silebildik. Sözde demokrat despotlar, tiranlaşan yönetenler yeryüzünün
farklı coğrafyalarında bedel ödetmeye devam ediyor. Sorunlar, hala sosyoekonomik
koşulların dayattığı zorunlulukların kaçınılmaz
sonuçlarından çok yönetsel donanımsızlığın, yanlış kararların, siyasi
popülizmin sonuçları olarak ortaya çıkıyor.
Yöneticilerin özel mülkiyet, evlenme
ve çocuk sahibi olma haklarının bulunmaması gerektiğini savunan Platon, insanların
adil yöneticiler olamayacağı gerçeğini ilk gören düşünürdü. Yönetim işine özel
mülkiyet, ailevi öncelikler ve para hırsının karışması durumunda yöneticilerin
adaletli ve eşit yönetimden uzaklaşacağını savundu. Onun, yönetimle,
yöneticilerle ilgili düşünceleri kişi hak ve özgürlüğüne aykırı bulunduğu için
eleştirildi. Ancak bu karşıtlık kıskanç, bencil, özçıkar düşkünü bir varlık
olan insanın adil yönetici olamayacağı gerçeğini değiştirmedi
Binlerce
yılın kötü deneyimlerine saplanıp yılgınlığa
mı kapılmalıyız? Tabii ki hayır. Nitekim, yapay zeka çalışmalarının açtığı yeni
ufuk, bize, adil ve eşitlikçi bir düzen kurma umutlarımızın hiç de yersiz
olmadığını kanıtlıyor. Önde gelen yapay zeka düşünürlerinden Nick Bostrom,
yapay zekayı “bilimsel yaratıcılık, genel bilgelik ve sosyal yetenekler dahil neredeyse
her alandaki en iyi insan beyinlerinden çok daha akıllı bir zeka olarak
tanımlıyor. Akıl yürütme, öngörme, planlama, sorun çözme, soyut düşünme, aşırı
karmaşık fikirleri kavrama, hızlı öğrenme ve edinimlerden ders alma yeteneklerine
sahip gelmiş geçmiş en güçlü karar verici...
Beynimizdeki nöronlar maksimum 200 Hz hıza
ulaşırken, günümüzdeki mikroişlemciler (şu anda yapay zekaya ulaşacağımız zaman
erişilecek hızdan çok daha yavaşlar) 2
GHz hıza ulaşıyor, yani bizim nöronlarımızdan 10 milyon kat daha hızlılar. Ve
beynin saniyede 120 metre hıza ulaşabilen iç haberleşme sistemi, bilgisayarın
optik olarak ışık hızında haberleşme yeteneğinin karşısında bir hiç adeta.
Evet, yapay zeka çalışmaları bizden bin hatta bir milyar kat daha zeki bir yapı
müjdeliyor. Üstelik, ihtiras, nefret, kin, kıskançlık ve özsevicilik gibi
insani zaaflardan bağımsız karar alabilen bir yapı.O kadar ki, dünya'da insanların
açlıktan ölmediği bir sistem tasarla ya da eşitlikçi bir toplumsal düzen
tasarla komutlarının yanıtını saniyeler içinde verebilen bir yapıdan
konuşuyoruz.
Var alan bilgi düzeyleriyle yapay zekayı anlamakta
zorluk çeken bazı toplum kesimleri gelişmeleri kaygı ve dirençle karşılıyor. Hollywood zırvalarının etkisinde kalmış bu
kesimlerin sıklıkla dillendirdiği soru ''Bu gücün kontrolü kimde olacak?''
sorusu. Ray Kurzweil kaygılı mahalle
sakinlerinin bu sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Yapay süper zeka, bir sürü farklı
çabaların bileşimiyle ortaya çıkacak ve uygarlığımızın altyapısıyla son derece
bütünleşik bir yapı olacak. Dolayısıyla, o, bizim değerlerimizi yansıtacak
çünkü biz olacak.” Yani, konunun uzmanları bilinçli tasarlanmış bir süper
zekanın insan gibi kötü düşünemeyeceğinden eminler.
Ben, yapay zekayla ilgili felaket senaryolarını
üretenlerin bugünkü kötü yönetişimden sorumlu, sıradan zekadan bile yoksun liyakatsizler
sultası olduğuna inanıyorum. Çünkü, her büyük değişim kartları yeniden
dağıtarak güç dengelerini yeniden yapılandırır, bazı toplumsal kesimler güç
yitirirken bazıları güç kazanır. ''İdeal
bir toplum yaratacak kadar zeki olduğumuzu düşünmüyorum'' diyen Noam Chomsky'ye katılıyorum. Gerçekten de yapay zeka, binlerce yıldır
içinde debelendiğimiz yetkinlik çıkmazını aşmamızın tek yolu. Bugün
kullandığımız bilgisayarları evlerin bodrum katlarında, kafeterya köşelerinde akıl
yoran sıra dışı genç beyinlere ve homoseksüel olduğu gerekçesiyle toplum tarafından
linç edilen Alan Turing gibi dahilere borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Kapitalizmin,
çıkar gütmeyen iyi niyete dayalı bu uğraşları telif ve fikri mülkiyet haklarını
gerekçe göstererek nasıl rotasından saptırıldığı hala belleğimizde. Toplumun yapay
zeka çalışmaları üzerindeki ilgi ve farkındalık düzeyi tam da bu nedenle yaşamsal
bir öneme sahip. Kitlesel farkındalık, yapay zeka çalışmalarının para ve çıkar
düşkünü girişimcilerin tekelinde yürütülmesini önlemenin yanı sıra binlerce
yıldır insanların ortak özlemi olan bilgiye, akla dayalı bir yönetim sisteminin
yaratmasına ciddi katkılar sağlayacaktır.
Kitap Önerileri;
Bir Zihin Yaratmak Ray Kurzweil, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları
Devlet, Platon, İş Bankası Kültür Yayınları