21 Ekim 2017 Cumartesi

Yapay Zeka

İnsanlar çoğunlukla yöneticilerin aldığı kararların ardında bir uzmanlık ve sağduyu bulunduğunu varsayarlar. Arkasına takıldıkları liderlerin mantıkla analiz eden, akılcı seçimler yapan “rasyonel” kişiler olduğunu düşünürler. Oysa, bilimsel bulgular insan beyninin yeni bir durumla karşılaştığında somut verilerle mantığı eşzamanlı kullanmak yerine geçmiş duygusal ve fiziki deneyimlerine, yargılarına göre karar verdiğini ortaya koyuyor. Yani, insan beyni seçenekleri sırala, hedefleri tanımla ve her bir hedefe hangi seçeneğin uyacağını belirle şeklinde bir işleyişle çalışmıyor. Demek ki, yönetenlerin kararlarının ardında anın nesnel gerçekliğinden çok geçmişe ait duygusal etkileşimlerin, bilince kazınmış şablonların etkisi var.  Bulgular kaçınılmaz olarak aklımıza, ''Bu işleyişle karar alan; duygularının, geçmişinin, arzularının, özseviciliğinin etkisindeki bir varlık hemcinslerini  yönetebilir mi? '' sorusunu getiriyor. Bugün, elimizde, insanın diğer insanları yönetme yetkinliğine sahip olduğunu kanıtlayacak çok az örnek var. Üstelik bu iyi örneklerce sağlanan iyileşmelerin çoğunlukla kalıcı ve sürdürülebilir kılınamadığı ortada. Geçmişi irdelediğimizde, her yetkin yöneticiyi her köklü değişimi geçmişin ilerleme ve kazanımlarını yok eden kötü yöneticilerin, kötü dönemlerin izlediğini görüyoruz.
Son on iki  bin yılda, kadın egemen toplumlardan erkek egemen toplumlara, avcı-toplayıcı göçerlerden yerleşik tarım toplumlarına, büyücü reislerden klan şeflerine, derebeylerinden krallara;  monarşiden demokrasiye, faşizmden komünizme, oligarşiden teokrasiye her türden liderlik modelini ve yönetim sistemini denedik. Ancak yeryüzünden ne şiddeti, ne savaşı ne de sefaleti silebildik. Sözde demokrat despotlar, tiranlaşan yönetenler yeryüzünün farklı coğrafyalarında bedel ödetmeye devam ediyor. Sorunlar, hala sosyoekonomik koşulların dayattığı zorunlulukların kaçınılmaz  sonuçlarından çok yönetsel donanımsızlığın, yanlış kararların, siyasi popülizmin sonuçları olarak ortaya çıkıyor.
Yöneticilerin özel mülkiyet, evlenme ve çocuk sahibi olma haklarının bulunmaması gerektiğini savunan Platon, insanların adil yöneticiler olamayacağı gerçeğini ilk gören düşünürdü. Yönetim işine özel mülkiyet, ailevi öncelikler ve para hırsının karışması durumunda yöneticilerin adaletli ve eşit yönetimden uzaklaşacağını savundu. Onun, yönetimle, yöneticilerle ilgili düşünceleri kişi hak ve özgürlüğüne aykırı bulunduğu için eleştirildi. Ancak bu karşıtlık kıskanç, bencil, özçıkar düşkünü bir varlık olan insanın adil yönetici olamayacağı gerçeğini değiştirmedi
Binlerce yılın  kötü deneyimlerine saplanıp yılgınlığa mı kapılmalıyız? Tabii ki hayır. Nitekim, yapay zeka çalışmalarının açtığı yeni ufuk, bize, adil ve eşitlikçi bir düzen kurma umutlarımızın hiç de yersiz olmadığını kanıtlıyor. Önde gelen yapay zeka düşünürlerinden Nick Bostrom, yapay zekayı “bilimsel yaratıcılık, genel bilgelik ve sosyal yetenekler dahil neredeyse her alandaki en iyi insan beyinlerinden çok daha akıllı bir zeka olarak tanımlıyor. Akıl yürütme, öngörme, planlama, sorun çözme, soyut düşünme, aşırı karmaşık fikirleri kavrama, hızlı öğrenme ve edinimlerden ders alma yeteneklerine sahip gelmiş geçmiş en güçlü karar verici...
Beynimizdeki nöronlar maksimum 200 Hz hıza ulaşırken, günümüzdeki mikroişlemciler (şu anda yapay zekaya ulaşacağımız zaman erişilecek hızdan  çok daha yavaşlar) 2 GHz hıza ulaşıyor, yani bizim nöronlarımızdan 10 milyon kat daha hızlılar. Ve beynin saniyede 120 metre hıza ulaşabilen iç haberleşme sistemi, bilgisayarın optik olarak ışık hızında haberleşme yeteneğinin karşısında bir hiç adeta. Evet, yapay zeka çalışmaları bizden bin hatta bir milyar kat daha zeki bir yapı müjdeliyor. Üstelik, ihtiras, nefret, kin, kıskançlık ve özsevicilik gibi insani zaaflardan bağımsız karar alabilen bir yapı.O kadar ki, dünya'da insanların açlıktan ölmediği bir sistem tasarla ya da eşitlikçi bir toplumsal düzen tasarla komutlarının yanıtını saniyeler içinde verebilen bir yapıdan konuşuyoruz.

Var alan bilgi düzeyleriyle yapay zekayı anlamakta zorluk çeken bazı toplum kesimleri gelişmeleri kaygı ve dirençle karşılıyor.  Hollywood zırvalarının etkisinde kalmış bu kesimlerin sıklıkla dillendirdiği soru ''Bu gücün kontrolü kimde olacak?'' sorusu.  Ray Kurzweil kaygılı mahalle sakinlerinin bu sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Yapay süper zeka, bir sürü farklı çabaların bileşimiyle ortaya çıkacak ve uygarlığımızın altyapısıyla son derece bütünleşik bir yapı olacak. Dolayısıyla, o, bizim değerlerimizi yansıtacak çünkü biz olacak.” Yani, konunun uzmanları bilinçli tasarlanmış bir süper zekanın insan gibi kötü düşünemeyeceğinden eminler.  

Ben, yapay zekayla ilgili felaket senaryolarını üretenlerin bugünkü kötü yönetişimden sorumlu, sıradan zekadan bile yoksun liyakatsizler sultası olduğuna inanıyorum. Çünkü, her büyük değişim kartları yeniden dağıtarak güç dengelerini yeniden yapılandırır, bazı toplumsal kesimler güç yitirirken bazıları güç kazanır.  ''İdeal bir toplum yaratacak kadar zeki olduğumuzu düşünmüyorum'' diyen  Noam Chomsky'ye katılıyorum.  Gerçekten de yapay zeka, binlerce yıldır içinde debelendiğimiz yetkinlik çıkmazını aşmamızın tek yolu. Bugün kullandığımız bilgisayarları evlerin bodrum katlarında, kafeterya köşelerinde akıl yoran sıra dışı genç beyinlere ve homoseksüel olduğu gerekçesiyle toplum tarafından linç edilen Alan Turing gibi dahilere borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Kapitalizmin, çıkar gütmeyen iyi niyete dayalı bu uğraşları telif ve fikri mülkiyet haklarını gerekçe göstererek nasıl rotasından saptırıldığı hala belleğimizde. Toplumun yapay zeka çalışmaları üzerindeki ilgi ve farkındalık düzeyi tam da bu nedenle yaşamsal bir öneme sahip. Kitlesel farkındalık, yapay zeka çalışmalarının para ve çıkar düşkünü girişimcilerin tekelinde yürütülmesini önlemenin yanı sıra binlerce yıldır insanların ortak özlemi olan bilgiye, akla dayalı bir yönetim sisteminin yaratmasına ciddi katkılar sağlayacaktır.


Kitap Önerileri;
Bir Zihin Yaratmak Ray Kurzweil, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Devlet, Platon, İş Bankası Kültür Yayınları




14 Ekim 2017 Cumartesi

Helin Palandöken

Helin Palandöken, henüz 17 yaşında sokak ortasında bir cani tarafından vurularak katledilen pırıl pırıl bir genç.  Bu cinayetin son olmadığını bilmek en az Helin'in trajedisi kadar yürek dağlayıcı.

Evet, maalesef, bu cinayet son değil, çünkü  tıpkı tecavüz, taciz olaylarında olduğu gibi bu kez de nedenler halının altına süpürülecek, herkes sonuca yani fail ve mağdura odaklanacak. Cinayetlerin gerçek faili ve azmettiricisi olan kültürel, ailevi, sosyal nedenler gözlerden kaçırılacak. Kadını seçim yapma iradesinden yoksun ikinci sınıf bir varlık olarak içselleştirmiş anne babaların bu cinayetlerdeki sorumlulukları tartışılmayacak. Kadını, sahip olunabilir, satın alınabilir, elde tutulabilir bir nesneye indirgeyen toplumsal anlayış sorgulanmayacak...

Ve bir ay sonra kimse Helin'i  anımsamayacak. İradeleri dışında potansiyel katil, tacizci ya da tecavüzcü olarak yetiştirilenler aramızda dolaşmaya devam edecek. Ancak, unutmamalıyız ki, bu trajedideki sorumluluğumuz bu cinayetleri işleyenlerden az değil. Çünkü  toplumsal sorunlar karşısındaki duruşumuzla sadece kendimize karşı değil tüm insanlığa karşı sorumluyuz...

4 Ekim 2017 Çarşamba

Kadın

Kadınlar, bir erkek projesi olan demokrasinin devlet aygıtlarına uyarlanması sürecine çok geç katılabildiler. Bu mücadele,seçme seçilme hakkı, yasalar önünde eşitlik gibi bazı temel kazanımlara öncülük etti, ancak kadınların toplumsal karar alma süreçlerine ve  kamu yönetime erkeklerle özdeş koşullarda katılımını sağlamadı.

İkinci özgürlük dalgası 1968 hareketiyle, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlanması istemiyle geldi. Tarihte ilk kez kadınlar cinselliğin bir anlamda da devrimin dilini kullanıyordu. Hareketin öne çıkan talepleri: Kürtaj serbestisi, cinsellikte kadın erkek eşitliği, doğum kontrol özgürlüğü, aileden bağımsız karar alma özgürlüğü, eşit işe eşit ücret ve ekonomik bağımsızlıktı. Ancak, bu mücadele de kürtaj hakkı, sevişme özgürlüğü (kısmen bir erkek projesiydi) gibi birkaç alan dışında kadının toplumsal ve ekonomik konumunda radikal bir değişime yol açmadı. 

Oysa, kadınlar kaba kuvvetin belirleyici olduğu, sosyal düzenin hurafeler, dini ve geleneksel dayatmalarla şekillendiği çağlarda bile çok daha fazlasını almayı başarmışlardı:  
''Erkekler müthiş bir korku içinde, boyun eğmiş bir durumda yaşıyorlardı. Elbette köyü etle doyuracak ok ve yayaları vardı fakat silahların büyü ve hastalık karşısında ne yararı var diye soruyorlardı. Zaman içinde kadınların baskısı artıkça arttı, erkeklerin durumu kötüleştikçe kötüleşti... Erkekler sonunda ölü bir büyücünün canlısından daha tehlikeli olmayacağını düşünmeye başladılar. Ve büyük bir kıyım yaparak büyü çalışmalarına yeni başlamış genç kadınlar dahil bütün kadınları öldürdüler. Artık çocuk sahibi olmak için küçük kızlar büyüyünceye kadar beklemek zorundaydılar. Ne var ki, kıyım sonrası ortaya ciddi bir sorun çıkmıştı; erkekler ele geçirdiği bu üstünlüğü nasıl sürdüreceklerdi? Bir gün kız çocuklar büyüdüklerinde bir araya gelip kadınlara eski üstünlüklerini kazanabilirlerdi. Bunu engellemek için kendilerine karşı birçok kötü tuzağın hazırlanmış olduğu eski kadın evini(bir tür ibadethane) yok etmeye karar verdiler.  Yeni cinler yarattılar kadınların yeni yaptıkları tapınaklara girmesini yasakladılar.'' (*) Güney Amerika Tierra del Fuego ilkel kabilelerinden günümüze ulaşan bu efsane avcılık dahil yaşamın her alanında erkek kadar yetkin olan kadının geçmişteki toplumsal konumu belirlemesi açısından anlamlı bir örnek.

Geçmişin saygı gören korkulan karar verici konumundaki kadını bu gün pozitif ayrımcılık yasalarından medet uman bir varlığa indirgenmiş durumunda. Evet, artık, başta kadınlar olmak üzere herkes kadın düşmanı! Öyle ki, kadın, ''Bir erkek çocuğa sahip olma isteği bir penise sahip olma isteğinin vekilidir'' diyen Freud'u haklı  çıkarırcasına yetiştirdiği erkek çocuk üzerinden erkek egemen düzenin ayakta kalmasını sağlıyor.  Hakkı olanı talep etmek yerine erkeğin önüne koyduğuyla yetiniyor. Hemcinsleriyle dayanışmak yerine rekabet ediyor. Aklıyla öznelleşmek yerine bedeniyle nesnelleşerek libidinal ekonominin kadına biçtiği rolleri üstleniyor. Tek eşli kalıp, erkeğin çokeşliliğine rıza göstererek sadakatin kadınlara özgü bir erdem sayılmasını temellendiriyor. Erkeğin yaşamı üzerinde söz sahipliğini kutsal metinlere bağlayan, tanrı kelamı olduğu öne sürülen dogmaları sorgulamadan kabul ederek kadına biçilen ikinci sınıf insan rolünü benimsiyor.  

Özellikle ''eğitimli'' kadınların mücadele etmek yerine gönüllülükle erkek egemen düzene eklemlenmeleri hayrete düşürüyor insanı. Zira, bu duyarsızlık eve kapatılmış, kimliksizleştirilmiş, yaşamak adına dayatılanı benimsemek zorunda bırakılmış yoksul, eğitimsiz kadınların koşullarını daha da kötüleştiriyor. 

Erkek egemen iletişimin, cinsiyet rolleriyle ilgili yüzlerce yıllık geleneksel yalanları sürekli yeniden ürettiği bir düzende, ''Erkeğin neden güçlü olduğu'' sorusu bir anlam taşımıyor. Bugün, asıl üzerinde düşünülmesi gereken soru ''Kadının neden güçsüz olduğu?'' sorusudur. Adaletsizliğin çözümü bu sorunun yanıtlarında gizlidir.   Gerçek şu ki, zorla dayatılanın karşısında örgütlü, sürdürülebilir bir mücadele olmadığı sürece; somut gerçekler bile zihinlere kazınmış kör inançlar değiştirmiyor .

(*) Yararlanılan kaynak; Yaratıcı Mitoloji, Joseph Campbell, İmge Kitapevi