4 Ekim 2017 Çarşamba

Kadın

Kadınlar, bir erkek projesi olan demokrasinin devlet aygıtlarına uyarlanması sürecine çok geç katılabildiler. Bu mücadele,seçme seçilme hakkı, yasalar önünde eşitlik gibi bazı temel kazanımlara öncülük etti, ancak kadınların toplumsal karar alma süreçlerine ve  kamu yönetime erkeklerle özdeş koşullarda katılımını sağlamadı.

İkinci özgürlük dalgası 1968 hareketiyle, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlanması istemiyle geldi. Tarihte ilk kez kadınlar cinselliğin bir anlamda da devrimin dilini kullanıyordu. Hareketin öne çıkan talepleri: Kürtaj serbestisi, cinsellikte kadın erkek eşitliği, doğum kontrol özgürlüğü, aileden bağımsız karar alma özgürlüğü, eşit işe eşit ücret ve ekonomik bağımsızlıktı. Ancak, bu mücadele de kürtaj hakkı, sevişme özgürlüğü (kısmen bir erkek projesiydi) gibi birkaç alan dışında kadının toplumsal ve ekonomik konumunda radikal bir değişime yol açmadı. 

Oysa, kadınlar kaba kuvvetin belirleyici olduğu, sosyal düzenin hurafeler, dini ve geleneksel dayatmalarla şekillendiği çağlarda bile çok daha fazlasını almayı başarmışlardı:  
''Erkekler müthiş bir korku içinde, boyun eğmiş bir durumda yaşıyorlardı. Elbette köyü etle doyuracak ok ve yayaları vardı fakat silahların büyü ve hastalık karşısında ne yararı var diye soruyorlardı. Zaman içinde kadınların baskısı artıkça arttı, erkeklerin durumu kötüleştikçe kötüleşti... Erkekler sonunda ölü bir büyücünün canlısından daha tehlikeli olmayacağını düşünmeye başladılar. Ve büyük bir kıyım yaparak büyü çalışmalarına yeni başlamış genç kadınlar dahil bütün kadınları öldürdüler. Artık çocuk sahibi olmak için küçük kızlar büyüyünceye kadar beklemek zorundaydılar. Ne var ki, kıyım sonrası ortaya ciddi bir sorun çıkmıştı; erkekler ele geçirdiği bu üstünlüğü nasıl sürdüreceklerdi? Bir gün kız çocuklar büyüdüklerinde bir araya gelip kadınlara eski üstünlüklerini kazanabilirlerdi. Bunu engellemek için kendilerine karşı birçok kötü tuzağın hazırlanmış olduğu eski kadın evini(bir tür ibadethane) yok etmeye karar verdiler.  Yeni cinler yarattılar kadınların yeni yaptıkları tapınaklara girmesini yasakladılar.'' (*) Güney Amerika Tierra del Fuego ilkel kabilelerinden günümüze ulaşan bu efsane avcılık dahil yaşamın her alanında erkek kadar yetkin olan kadının geçmişteki toplumsal konumu belirlemesi açısından anlamlı bir örnek.

Geçmişin saygı gören korkulan karar verici konumundaki kadını bu gün pozitif ayrımcılık yasalarından medet uman bir varlığa indirgenmiş durumunda. Evet, artık, başta kadınlar olmak üzere herkes kadın düşmanı! Öyle ki, kadın, ''Bir erkek çocuğa sahip olma isteği bir penise sahip olma isteğinin vekilidir'' diyen Freud'u haklı  çıkarırcasına yetiştirdiği erkek çocuk üzerinden erkek egemen düzenin ayakta kalmasını sağlıyor.  Hakkı olanı talep etmek yerine erkeğin önüne koyduğuyla yetiniyor. Hemcinsleriyle dayanışmak yerine rekabet ediyor. Aklıyla öznelleşmek yerine bedeniyle nesnelleşerek libidinal ekonominin kadına biçtiği rolleri üstleniyor. Tek eşli kalıp, erkeğin çokeşliliğine rıza göstererek sadakatin kadınlara özgü bir erdem sayılmasını temellendiriyor. Erkeğin yaşamı üzerinde söz sahipliğini kutsal metinlere bağlayan, tanrı kelamı olduğu öne sürülen dogmaları sorgulamadan kabul ederek kadına biçilen ikinci sınıf insan rolünü benimsiyor.  

Özellikle ''eğitimli'' kadınların mücadele etmek yerine gönüllülükle erkek egemen düzene eklemlenmeleri hayrete düşürüyor insanı. Zira, bu duyarsızlık eve kapatılmış, kimliksizleştirilmiş, yaşamak adına dayatılanı benimsemek zorunda bırakılmış yoksul, eğitimsiz kadınların koşullarını daha da kötüleştiriyor. 

Erkek egemen iletişimin, cinsiyet rolleriyle ilgili yüzlerce yıllık geleneksel yalanları sürekli yeniden ürettiği bir düzende, ''Erkeğin neden güçlü olduğu'' sorusu bir anlam taşımıyor. Bugün, asıl üzerinde düşünülmesi gereken soru ''Kadının neden güçsüz olduğu?'' sorusudur. Adaletsizliğin çözümü bu sorunun yanıtlarında gizlidir.   Gerçek şu ki, zorla dayatılanın karşısında örgütlü, sürdürülebilir bir mücadele olmadığı sürece; somut gerçekler bile zihinlere kazınmış kör inançlar değiştirmiyor .

(*) Yararlanılan kaynak; Yaratıcı Mitoloji, Joseph Campbell, İmge Kitapevi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder