Kadınlar, bir erkek projesi olan demokrasinin
devlet aygıtlarına uyarlanması sürecine çok geç
katılabildiler. Bu mücadele,seçme seçilme hakkı, yasalar önünde eşitlik gibi bazı
temel kazanımlara öncülük etti, ancak kadınların toplumsal karar alma
süreçlerine ve kamu yönetime erkeklerle özdeş koşullarda katılımını sağlamadı.
İkinci özgürlük dalgası 1968 hareketiyle,
toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlanması istemiyle geldi. Tarihte ilk
kez kadınlar cinselliğin bir anlamda da devrimin dilini kullanıyordu. Hareketin öne çıkan
talepleri: Kürtaj serbestisi, cinsellikte kadın erkek eşitliği, doğum kontrol
özgürlüğü, aileden bağımsız karar alma özgürlüğü, eşit işe eşit ücret ve
ekonomik bağımsızlıktı. Ancak, bu mücadele de kürtaj hakkı,
sevişme özgürlüğü (kısmen bir erkek projesiydi) gibi birkaç alan dışında
kadının toplumsal ve ekonomik konumunda radikal bir değişime yol açmadı.
Oysa, kadınlar kaba kuvvetin belirleyici olduğu, sosyal düzenin hurafeler, dini ve geleneksel dayatmalarla şekillendiği çağlarda bile çok daha fazlasını almayı başarmışlardı:
Oysa, kadınlar kaba kuvvetin belirleyici olduğu, sosyal düzenin hurafeler, dini ve geleneksel dayatmalarla şekillendiği çağlarda bile çok daha fazlasını almayı başarmışlardı:
''Erkekler
müthiş bir korku içinde, boyun eğmiş bir durumda yaşıyorlardı. Elbette köyü
etle doyuracak ok ve yayaları vardı fakat silahların büyü ve hastalık
karşısında ne yararı var diye soruyorlardı. Zaman içinde kadınların baskısı artıkça arttı, erkeklerin durumu kötüleştikçe kötüleşti... Erkekler sonunda ölü bir büyücünün
canlısından daha tehlikeli olmayacağını düşünmeye başladılar. Ve büyük bir kıyım yaparak
büyü çalışmalarına yeni başlamış genç kadınlar dahil bütün kadınları
öldürdüler. Artık çocuk sahibi olmak için küçük kızlar büyüyünceye kadar beklemek zorundaydılar. Ne var
ki, kıyım sonrası ortaya ciddi bir sorun çıkmıştı; erkekler ele geçirdiği bu
üstünlüğü nasıl sürdüreceklerdi? Bir gün kız çocuklar büyüdüklerinde bir araya
gelip kadınlara eski üstünlüklerini kazanabilirlerdi. Bunu engellemek için
kendilerine karşı birçok kötü tuzağın hazırlanmış olduğu eski kadın evini(bir
tür ibadethane) yok etmeye karar verdiler. Yeni cinler
yarattılar kadınların yeni yaptıkları tapınaklara girmesini yasakladılar.''
(*) Güney
Amerika Tierra del Fuego ilkel kabilelerinden günümüze ulaşan bu efsane avcılık
dahil yaşamın her alanında erkek kadar yetkin olan kadının geçmişteki toplumsal
konumu belirlemesi açısından anlamlı bir örnek.
Geçmişin saygı gören korkulan karar
verici konumundaki kadını bu gün pozitif ayrımcılık yasalarından medet uman bir varlığa
indirgenmiş durumunda. Evet, artık, başta kadınlar olmak üzere herkes
kadın düşmanı! Öyle ki, kadın, ''Bir erkek çocuğa sahip olma isteği bir penise
sahip olma isteğinin vekilidir'' diyen Freud'u haklı çıkarırcasına yetiştirdiği
erkek çocuk üzerinden erkek egemen düzenin ayakta kalmasını sağlıyor. Hakkı olanı talep etmek yerine erkeğin
önüne koyduğuyla yetiniyor. Hemcinsleriyle dayanışmak yerine rekabet ediyor. Aklıyla
öznelleşmek yerine bedeniyle nesnelleşerek libidinal ekonominin kadına biçtiği rolleri üstleniyor. Tek eşli kalıp, erkeğin çokeşliliğine rıza göstererek sadakatin
kadınlara özgü bir erdem sayılmasını temellendiriyor. Erkeğin yaşamı üzerinde söz
sahipliğini kutsal metinlere bağlayan, tanrı kelamı olduğu öne sürülen dogmaları
sorgulamadan kabul ederek kadına biçilen ikinci sınıf insan rolünü benimsiyor.
Özellikle ''eğitimli'' kadınların mücadele etmek yerine gönüllülükle erkek egemen düzene eklemlenmeleri hayrete düşürüyor insanı. Zira, bu duyarsızlık eve kapatılmış, kimliksizleştirilmiş, yaşamak adına dayatılanı benimsemek
zorunda bırakılmış yoksul, eğitimsiz kadınların koşullarını daha da kötüleştiriyor.
Erkek egemen iletişimin, cinsiyet rolleriyle ilgili yüzlerce yıllık geleneksel yalanları sürekli yeniden ürettiği bir düzende, ''Erkeğin neden güçlü olduğu'' sorusu bir anlam taşımıyor. Bugün, asıl üzerinde düşünülmesi gereken soru ''Kadının neden güçsüz olduğu?'' sorusudur. Adaletsizliğin çözümü bu sorunun yanıtlarında gizlidir. Gerçek şu ki, zorla dayatılanın karşısında örgütlü, sürdürülebilir bir mücadele olmadığı sürece; somut gerçekler bile zihinlere kazınmış kör inançlar değiştirmiyor .
Erkek egemen iletişimin, cinsiyet rolleriyle ilgili yüzlerce yıllık geleneksel yalanları sürekli yeniden ürettiği bir düzende, ''Erkeğin neden güçlü olduğu'' sorusu bir anlam taşımıyor. Bugün, asıl üzerinde düşünülmesi gereken soru ''Kadının neden güçsüz olduğu?'' sorusudur. Adaletsizliğin çözümü bu sorunun yanıtlarında gizlidir. Gerçek şu ki, zorla dayatılanın karşısında örgütlü, sürdürülebilir bir mücadele olmadığı sürece; somut gerçekler bile zihinlere kazınmış kör inançlar değiştirmiyor .
(*) Yararlanılan kaynak; Yaratıcı Mitoloji, Joseph Campbell, İmge Kitapevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder