Bu yazıyı, 23 Temmuz 2011'de Amy Winehouse' ın ölümünün ardından yazmıştım . Altı yıl ne kadar hızlı geçmiş. Biraz değiştirip, düzeltip Blog'a eklemek istedim.
Amy Winehouse’un yaşamını yitirmesinin ardından ayyuka çıkan ‘’su testisi su yolunda kırılır’’ tartışmalarının kökeninde; su yolunda kırılacak bir testiye bile sahip olamamanın kıskançlığının yattığına kuşku yok.
Yermek övmek, beğenmek beğenmemek türü tepkiler nesnel bilgiye, somut verilere dayanıyorsa bir değer taşır. Ancak, üniversite seçimini mezuniyet sonrası alınacak ücrete göre yapan yani kurumsal köleliği içselleştirmiş insanların çağında; özerklik, aykırılık ve karşıtlığın kavranamaması çok normal. Amy'yi sıra dışı yaşamı üzerinden sosyal medyada eleştirenlere göre o, iyi bir eğitim almalı, ''namuslu'' yaşamalı, önce bir iş sonra bir eş edinmeli ve her ne yapacaksa sıradanın onayını almış bir sosyal düzen içinde yapmalıydı. Gel gelelim, yaşamı dayatılanla çelişmeden sürdürülebilecek bir şey olarak gören düzen dayatıcılar, Amy’nin sıradanın gittiği yoldan gitmediği için yaratabildiğini ya düşünmemişler ya da bilerek görmemezlikten gelmişlerdi.
Belli ki, Amy, günümüz insanını kuşatan her biri modernizmin çıktısı olan akıl ve doğa dışı dayatmalara boyun eğmek istememişti. Belli ki, Amy kapitalizmin boyunduruğundaki birçok insan gibi, bireysel gerçeklikle çelişen düzeni alkol ve uyuşturucunun
yardımıyla yenebileceği yanılsamasına düşmüştü. Ne
var ki, çevresi servet avcısı profesyonellerle, anne baba arkadaş beklentileriyle kuşatılmış, yirmi yedi yaşındaki bir gencin acımasızca tahkim edilmiş bu sarmaldan
çıkabilmesi olanaksızdı. Nitekim, gözleri dolarlardan başka bir şey görmeyen
organizatörler sahneye çıkamayacak kadar sarhoşken onu Belgrat'ta on binlerce ''tüketici''nin önüne atmakta hiç duraksamadı.
Savunmasızdı, şarkı söyleyemiyordu hatta ayakta zor duruyordu. O gün sahnede Amy değil konser biletine ödedikleri para karşılığında sanatçıyı satın aldığını düşünen azgın güruh vardı. Roma arenalarını aratmayacak bir ortamda Amy'yi yuh sesleriyle, ıslıklarla linç etmekte bir an bile tereddüt etmediler. Belgrat spor salonunda başlayan linç medyada, sosyal paylaşım düzlemlerinde acımasızca sürdü. Kim bilir biraz hoşgörü Amy'i yaşamda tutabilirdi ama Belgrat konseri onun için sonun başlangıcı olmuştu.( https://www.youtube.com/watch?v=xh_P7_Rkn64)
Savunmasızdı, şarkı söyleyemiyordu hatta ayakta zor duruyordu. O gün sahnede Amy değil konser biletine ödedikleri para karşılığında sanatçıyı satın aldığını düşünen azgın güruh vardı. Roma arenalarını aratmayacak bir ortamda Amy'yi yuh sesleriyle, ıslıklarla linç etmekte bir an bile tereddüt etmediler. Belgrat spor salonunda başlayan linç medyada, sosyal paylaşım düzlemlerinde acımasızca sürdü. Kim bilir biraz hoşgörü Amy'i yaşamda tutabilirdi ama Belgrat konseri onun için sonun başlangıcı olmuştu.( https://www.youtube.com/watch?v=xh_P7_Rkn64)
Amy, kendisini linç edenlerin yaşam boyu yanından
geçemeyecekleri başarıları yirmi yedi yıllık
yaşamına sığdırdı. Unutulmayacak müzisyenlerin arasına girdi. Amy, yaşamın yiyip içip, sperm alıp verip bir
köşede ölümü beklemekten çok öte boyutları bulunduğunu gösterdi. İnsanların
ortak beğenisine seslenebilmenin, yaratmanın en az yaşam kadar değerli olduğunu bir kez daha kanıtladı. O, kendinden önceki birçok sanatçılar gibi, yaratıcılıkla sıradanlığın bir arada
barınamayacağını, çemberin dışına çıkmadıkça zihnin çiçeklenmeyeceğini
bir kez daha gözler önüne serdi...
Şimdi onu sonsuzluğa
uğurlamaya hazırlanırken, Herakleitos’un
sözleri bir kez daha yankılanıyor kulaklarımda. ‘’Her şey ancak karşıtların dünyasından
doğar, varlık yokluğu, yokluk varlığı doğurur. Varlık ve yokluk, olmak veya
olmamak, yaşamak ve ölmek bir ve aynı şeylerdir. Bunlar aynı şeyler olmasaydı
değişerek birbirleri olmaz, yokluk varlığa, varlık yokluğa, ölüm yaşama, yaşam
ölüme dönüşemezdi.’’
Bence, Amy’e karşı son
görevimiz, ‘’Will you still love me tomorrow? şarkısını dinlerken ardında
bıraktığı bu soruyu içtenlikle yanıtlamak olmalı.