17 Ocak 2016 Pazar

İstemem Eksik Olsun


Ya ne yapmak lazımmış?
Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi,
Bir ağaç gövdesini tıpkı sarmaşık gibi,
Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı?
Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?
İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak,
Yabanın zenginine methiyeler mi yazmak
Yoksa nazırın yüzü gülecek diye bir an
Karşısında takla mı atmak lazım her zaman?
İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli?
Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim?
Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim?
İstemem eksik olsun! Tazıya tut, tavşana
Kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana
Tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi
Susta durmak mıdır ki, acep en münasibi?
İstemem eksik olsun! Bir kibar salonunda
Kucak kucak dolaşıp boy atmak ve sonunda,
Marifet şii’re koyup kameri, yıldızları,
Aşka getirmek midir, evde kalmış kızları?
İstemem eksik olsun! Yahut şan olsun diye,
Meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye
Şiir mecmuası mı bastırmalı? 
İstemem
eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem
Meyhane köşesinde dâhi olmak mı hüner?
İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
Dolaşıp ta herkesten alkış mı dilenmeli?
İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli
Sırma saçlı diyerek göğe mi çıkarmalı?
Yoksa ödüm mü kopsun bir Allahın aptalı
Gazeteye bir tenkid yazacak diye her gün?
Yahut sayıklamak mı lâzım: “Adım görünsün
Aman!” diye şu meşhur Mercure ceridesinde
İstemem eksik olsun! Ve tâ son nefesinde
Bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek,
Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek,
Karşısında zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!
Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da gayet tevazula kendine:
Çocuğum! Demek, bütün bunları hoş gör yine,
Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!
Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil.
Ara hakkını hattâ kendi nefsinden bile.
Velhasıl bir tufeylî zilletiyle
Tırmanma! Varsın boyun olmazın söğüt kadar,
Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!




Edmond Rostand

14 Ocak 2016 Perşembe

Homongolus







O, sorgulamadan içselleştirdiğini düşünmeden fikirleştirdiğini fütursuzca dayatandır. O, inandıklarına inanmayanı taptıklarına tapmayanı düşman belleyendir. O, düşünceyle eylem arasındaki etkileşimi kavrayamadığı için asla doğrudan eylemin ötesini geçemez, öz benliğini genelin yönelimleri içinde gönüllülükle eritir. O, teknolojiyi kullanarak aydınlandığına inanır ama gerçekte bilgiden korktuğu kadar hiç bir şeyde korkmaz

Homongolustur o. Homongolus insandan yaratığa dönüştürülendir

Peki, insan neden homongolusa 
dönüştürülür? Dönüştürülür. Çünkü, birileri  insanın geçmişinden, doğasından kopuk bir sürü canlısı olarak yaşamasını ister. Çünkü, birileri güce yaslanmadan ayakta duran, doğruyu, yanlışı nesnel bilgiyle ayrımlayabilen, kararlarını kendi verebilen insanı araçsallaştıramayacaklarını öğrenmiştir.

Bu ''birileri'' hiç de sanıldığı gibi güçlü devletler değil. Çünkü etnik kimliklere, din ve mezhep sömürüsüne sırtını dayamış bürokrasinin aklı asla bu kadarını tasarlayamaz. Günümüz homongolusunu yaratan çok uluslu dev kuruluşlarından başkası değildir.  Fantastik anlatılarıyla bir hayal dünyası yaratan büyük şirketler, ihtiyaçları şekillendirirler, estetik normları belirlerler. Tüm sosyal düzlemleri istila ederek toplumu boyunduruk altına alırlar ve fikirleri, inançları, gelenekleri birer reklam sloganına, sokakları, caddeleri, ticari galerilere dönüştürürler.  

Evet, simyacıların yüzlerce yıl deneyip başaramadığını; eğitimden sağlığa, tarımdan genetiğe kadar her türlü üretim ve iletişim nesnesine hükmeden, solunan hava dışında her şeyi  patentleyen dev 
 kurumlar başardı. Kârı tanrılaştıran iktisadi akıl; ofislerde, araştırma geliştirme  laboratuvarlarında  homongolusları yarattı... 

Homongoloslar çocukluk yıllarını; tahakküm kurucu, göz korkutucu ya da aşırı hassas, zorlayıcı, aşırı düşkün, aşırı eleştirel veya  değişken, tutarsız, kayıtsız yüzlerce farklı kişilik özelliklerindeki ebeveynlerin hamiliğinde geçirdiler.
Ebeveynlerin cehaletine dayalı bu çeşitliliğe göz yummak gereksinim duyulan kafa karışıklığını yaratmak için ön koşuldu. Ne var ki, homongolus yaratmak için benliğin aile içinde öğütülmesi yeterli değildi. Çok uluslu kurumların çıkarları doğrultusunda hazırlanmış birinin ak dediğine diğerinin kara, birinin kahraman dediğine diğerinin cani, birinin dost dediğine diğerinin düşman dediği  on binlerce farklı müfredat ilköğretimde üniversitelerde onları bekliyordu... 

Bu yöntemle, kendilerini yaratan efendileri  için nefes alıp veren, düşünme, sorgulama ve sentez yetisinden yoksun milyarlarca homongolus ürettiler. Onların sayıları artıkça ekonomiler, şirketler büyüdü. Kârlar artarken eşzamanlı olarak işsizlik de arttı. 
Homongoluslar  zenginin sadece zengin olduğu için zenginleştiğini, fakirin fakir olduğu için fakirleştiğini, son 200 yılda değişmeyen tek şeyin eşitsizliğin zenginler lehine arttığını hiç kavrayamadı. Öyle ya, ancak böyle bir canlı türü, en zengin %1'in toplam servetin %53'üne sahip olması gerçeğine karşılık; varsılın daha  varsıllaşarak genelin refahı artıracağı yalanına inandırılabilirdi...

Not;
Homongolus; Latince homunculus "adamcık, simya literatüründe laboratuvarda yaratılan minyatür canlı" sözcüğünden alıntıdır. Latince sözcük Latince homo "adam, insan" sözcüğünün küçültme hali.