Tek kişi işletmesi konumunda faaliyet gösteren şirket sahipleri
dışında hiçbir patron ‘’şirketin sahibi benim, burayı keyfimce yönetirim,
insanları dilediğim koşullar altında çalıştırırım’’ deme hakkına sahip değil. Çünkü
kişinin mutluluğu, çalışma koşulları, yaşamı ve insani gereksinimlerini
karşılama düzeyi en az girişim özgürlüğü, mülkiyet hakkı kadar toplumsal bir
olgu. Dolayısıyla ülke kaynaklarıyla edinilen sermayenin kullanım şekli üzerinde en az sermaye
sahipleri kadar toplumun da söz söyleme
hakkı var.
Bugün sürdürülebilir rekabet üstünlüğü doğrudan şirketlerin marka , teknoloji yaratabilme yetkinliğine bağlı. Yani refah toplumuna giden yol markaları küresel düzlemde başarıyla rekabet eden, yenilik, teknoloji , trend yaratabilen bir ekonomi inşa etmekten geçiyor. Peki, Ülkenin refah düzeyinin yükseltilmesi bağlamında kritik bir öneme sahip Türk İş Dünyası bugünkü yapısıyla böylesine ciddi bir sorumluluğu üstlenebilecek yetkinlikte mi?
Bugün, bu soruya, ''evet'' yanıtı vermek ne
yazık ki olası değil. Aile holdingleri
ve bu holdinglerin kontrolü altındaki
şirketler; ne faaliyet alanları, ne marka portföyleri, ne yönetim kalitesi ne entelektüel birikim ne de yönetsel yetkinlik bağlamında bu misyonu yerine getirebilecek yeterlilikteler.
Yıllar önce, küresel markalara sahip
birer çokuluslu şirkete dönüşmüş olmaları gereken birçok aile holdingi hala yabancı
şirketlerin, bayisi, dağıtıcısı, küresel şirketlerin montajcısı fasoncusu veya yerel
ortağı olmanın ötesine geçebilmiş değil.
Bu yapıların büyük çoğunluğu hala yüksek ülke nüfusunun yarattığı tüketim
potansiyeli üzerinden para kazanmanın kısır döngüsü içindeler. Gelişmiş
ekonomilerin çoktan tasfiye ettiği iş kollarında faaliyet göstermeyi; termik santral, alışveriş
merkezi inşa etmeyi, perakendeciliğe, mağazacılığa, tekstil, demir çelik, gıda,
inşaat sektörlerine yatırım yapmayı girişimcilikle özdeş tutuyorlar. Kan bağıyla koltuk
devşirmiş aile holdinglerini yönetenler; dün, sanayi devriminin arkasında yatan sosyal,
kültürel, ekonomik dinamikleri hangi nedenle kavrayamadıysa bugün de bilgi
çağının arka planını aynı nedenle kavrayamıyor.
Bilgi işçilerinin ve bilginin kılavuzluğunda yeni bir küresel ekonomik yapı şekillenirken, ''kalıtsal liderler''in boyunduruğudaki birçok şirket sürekli kaynakların yetersizliğinden yakınarak ülke ekonomisini aşılması çok zor bir paradoksun içine çekiyor. Bu sözde girişimciler kurumsallaşmak, yönetimde aklı, bilgiyi, yetkinliği egemen kılmak, çağdaş iş organizasyonları inşa etme yerine devletten yardım, teşvik, kayırma dileniyorlar. Uzak görüş yoksunluklarıyla, bilgisizlikleriyle neden oldukları ekonomik sonuçların bedelini genç beyinlere ödetiyor, kendi gelecekleriyle birlikte ülkenin geleceğini de hoyratça tüketiyorlar. Okumayan, yazmayan, araştırmayan, efendisinin vesayetine muhtaç dalkavuk yöneticilerin devrinin onlarca yıl önce kapandığını göremiyorlar. Büyük başarıların, dönüşümlerin arkasında varsaydıkları gibi para babası patronların, yüksek mali kaynakların, karizmatik yöneticilerin bulunmadığını anlayamıyorlar. Başarı, refah ve zenginliğin en az sermaye kadar idealist, sıra dışı bilgi işçilerinin ve özgür aklın üstünlüğünü benimsemiş organizasyonların varlığına bağlı olduğunu kavrayamıyorlar. Piyasa değeri Türkiye'nin en büyük on sanayi kuruluşunun toplam değerinden çok daha yüksek olan Facebook’un bir avuç genç üniversite öğrencisi tarafından yaratılmasının arkasındaki anlamı keşfedemiyorlar.
Bilgi işçilerinin ve bilginin kılavuzluğunda yeni bir küresel ekonomik yapı şekillenirken, ''kalıtsal liderler''in boyunduruğudaki birçok şirket sürekli kaynakların yetersizliğinden yakınarak ülke ekonomisini aşılması çok zor bir paradoksun içine çekiyor. Bu sözde girişimciler kurumsallaşmak, yönetimde aklı, bilgiyi, yetkinliği egemen kılmak, çağdaş iş organizasyonları inşa etme yerine devletten yardım, teşvik, kayırma dileniyorlar. Uzak görüş yoksunluklarıyla, bilgisizlikleriyle neden oldukları ekonomik sonuçların bedelini genç beyinlere ödetiyor, kendi gelecekleriyle birlikte ülkenin geleceğini de hoyratça tüketiyorlar. Okumayan, yazmayan, araştırmayan, efendisinin vesayetine muhtaç dalkavuk yöneticilerin devrinin onlarca yıl önce kapandığını göremiyorlar. Büyük başarıların, dönüşümlerin arkasında varsaydıkları gibi para babası patronların, yüksek mali kaynakların, karizmatik yöneticilerin bulunmadığını anlayamıyorlar. Başarı, refah ve zenginliğin en az sermaye kadar idealist, sıra dışı bilgi işçilerinin ve özgür aklın üstünlüğünü benimsemiş organizasyonların varlığına bağlı olduğunu kavrayamıyorlar. Piyasa değeri Türkiye'nin en büyük on sanayi kuruluşunun toplam değerinden çok daha yüksek olan Facebook’un bir avuç genç üniversite öğrencisi tarafından yaratılmasının arkasındaki anlamı keşfedemiyorlar.
Eğer Türkiye, bir
refah toplumuna dönüşme hedefinde samimiyse atması gereken ilk adım: ''İş nedir?'' ''Çalışan, patron, girişimci, yöneten, yönetilen kimdir?'' Yönetenlerin kendilerine, astlarına üstlerine
topluma karşı sorumlulukları nelerdir?'' sorularını toplumsal bir uzlaşıyla
yeniden yanıtlamak zorunda. İş dünyası, sahte yaldızın altındaki kiri pası temizlemek, mevcut ataerkil yapıyı evrensel iş anlayışının ölçütleriyle
yeniden yapılandırmak zorunda.
Bu bakış açılarıyla inşa edilecek yeni ekonomik düzende:
1) Ülke kaynaklarını kısa vadeli, vurgun peşindeki cahil insanlar yerine uzak görüşlü, bilgili, yetkin, üretici, yani desteklenmeyi gerçekten hak eden girişimcilere kullandırılmalıdır.
2) Katma değeri yüksek iş alanlarına yatırım yapma, küresel markalara sahip organizasyonlar inşa etme, araştırma geliştirmeye kaynak ayırma patronların keyfiyetine bağlı kararlar olmaktan çıkarılmalıdır.
3) Şirketler liyakatsiz akrabaların çiftliği olmaktan kesinlikle kurtarılmalı. İnsanı, ortak aklı, yetkinliği, yenilikçiliği, yaratıcılığı ve evrensel iş öğretilerini önceleyen bir iş kültürünü egemen kılınmalıdır.
Bu bakış açılarıyla inşa edilecek yeni ekonomik düzende:
1) Ülke kaynaklarını kısa vadeli, vurgun peşindeki cahil insanlar yerine uzak görüşlü, bilgili, yetkin, üretici, yani desteklenmeyi gerçekten hak eden girişimcilere kullandırılmalıdır.
2) Katma değeri yüksek iş alanlarına yatırım yapma, küresel markalara sahip organizasyonlar inşa etme, araştırma geliştirmeye kaynak ayırma patronların keyfiyetine bağlı kararlar olmaktan çıkarılmalıdır.
3) Şirketler liyakatsiz akrabaların çiftliği olmaktan kesinlikle kurtarılmalı. İnsanı, ortak aklı, yetkinliği, yenilikçiliği, yaratıcılığı ve evrensel iş öğretilerini önceleyen bir iş kültürünü egemen kılınmalıdır.
Toplumun refahıyla iş dünyasının beklentileri arasındaki
kurulacak böylesi bir koşutluk, aile şirketlerinin küresel markalara sahip çağdaş,kurumsal
yapılara dönüşme doğrultusunda kullanacakları ulusal kaynaklara meşruluk
kazandırması bağlamında son derece önemli.
On milyonlarca insanın refahı, geleceği aile holdinglerindeki akraba oligarşisinin ellerine teslim edilmeyecek kadar değerli.
Dinç Alkın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder