Doğal hukuk, hakkın
doğadan alındığını, bağlayıcı ve evrensel ahlaki standartları bulunduğunu savunan
hukuk felsefesinin adıdır. Tabii hukuk veya ideal hukuk olarak da
adlandırılan doğal hukuk, insanın doğuştan sahip
olduğu haklarla ilgiliydi. Eski dönemlerde bu haklar doğal olarak ayarlanmıştı
dolayısıyla herkesin ve her şeyin üzerinde geçerliğe sahipti. Zamanın akışı
içinde kentlerde toplu yaşamın sağladığı avantajlar ön plana çıktıkça insanların
doğal durumdan çıkmaları, siyasi bir topluluk içinde yaşamaları bir zorunluluğa
dönüştü.
Thomas Hobbes doğal
durumdan çıkmanın anahtarını bir yönetim kurmak üzere diğer insanlarla ahit
yapmak olarak tanımlar. Jean-Jacques Rousseau toplumu oluşturan kişiler
arasında yapılan yazılı ya da sözlü bu anlaşmayı Toplum Sözleşmesi
betimlemesiyle vurgulamıştır. Bugün anayasa olarak betimlenen toplum sözleşmesi: insanların bir arada, düzen
içinde yaşamak adına, doğadan gelen haklarını, kişisel özgürlüklerini genel bir
yönetime devretmesidir. Rousseau'ya göre , genel yönetim, toplumu
oluşturan insanların çıkarlarının toplamı değil toplumun bir bütün olarak
çıkarlarının toplamıdır. John Locke ise doğal durumdan çıkıp siyasi
topluluğa geçmenin yalnızca özgür bir seçimle gerçekleşebileceğini söyler ve
şöyle devam eder: ''Herkes özgür eşit ve bağımsız olduğundan kimse kendi rızası
olmadan doğal durumdan çıkarılıp bir kişinin siyasi iktidarına tabi
kılınamaz(...) İnsanlar siyasi toplum içinde yaşama seçimi yapmakla, doğa
yasalarının kendi kontrollerinde bulunma özgürlüğünü kaybederler ama doğuştan
sahip oldukları özgürlükleri kaybetmezler. Topluluk içindeki insanın özgürlüğü,
rızasıyla tesis edilen iktidar haricindeki hiçbir yasa koyucu iktidarın ve bir
başkasının keyfi iradesine tabi değildir.''
Görüleceği üzere
tarihin ilk dönemlerinde daha çok güçle el koyma şeklinde alınan yönetme
yetkisi ilerleyen dönemde koşullu bir yetki devrine dönüşmüş önce sözel
ardından yazılı sözleşmelere (anayasa) bağlanmıştır. İnsanlar doğa yasalarına dayanan
hak ve özgürlüklerinin (mülkiyet, adalet, yönetim...) genelin yararı adına belli düzeye kadar sınırlanmasına gönüllülükle rıza göstermişlerdir.
Evet, pozitif hukukla
birlikte insanlar doğuştan gelen haklarından ya
vazgeçmişler ya da bu haklarını korunması koşuluyla bir siyasi iktidara
devretmişlerdir. Ancak bu gün ülkeyi yöneten AKP'nin anladığı gibi; bu yetki
devri koşulsuz değildir. İlk koşul insanların birlikte barış ve güvenlik içinde
yaşamasını düzenleyen Anayasa'nın (toplum sözleşmesi) eksiksiz uygulanmasıdır.
Dolayısıyla siyasi iktidar tarafından çıkarılan yönetmelik ve yasaların, her
türlü uygulama ve talimatın, yargı kararlarının anayasayla uyumu iktidarın keyfiyetine bağlı bir
durum değil bir zorunluluktur.
Türkiye'de bugün
olduğu gibi siyasi iktidarın anayasayı kısmen ya da tamamen ihlal etmesi ve
ihlallerin süreklilik arz etmesi; toplum sözleşmesinin ortadan kaldırılması ve
insanların bir arada yaşama iradesine yapılmış doğrudan bir müdahaledir. Bugün
toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasanın onlarca maddesi ya ihlal
edilmekte ya da askıya alınmış durumdadır. Diğer yanda kurumsal kontrollerin
yetersizliği nedeniyle parlamentodan geçen birçok yasa anayasayla çelişmekte ve
başta Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal, laik bir hukuk devleti olduğunu belirten
hüküm olmak üzere bir çok anayasa maddesi uygulanmamaktadır.
ASKIYA ALINAN YA DA
KISMEN UYGULANMAYAN ANAYASA MADDELERİ:
Başlangıç Bölümü:
Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına
gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla
sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve
kanunlarda bulunduğu;
Hiçbir faaliyetin
(...) Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin
karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din
duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
Madde 2 – Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir
Madde 6 –Hiçbir kimse
veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
Madde 7 – Yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.
Madde 10 – Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (...) Devlet organları
ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorundadırlar.
Madde 13 – (Değişik:
3/10/2001-4709/2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.
Madde 24 – (...) Kimse,
Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,
din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama
amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince
kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.
Madde 25 – Herkes,
düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun
kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri
sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
Madde 26 – Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar. Kanun, millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlâk ve
sağlığın korunması sebepleri dışında, halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce
ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun serbestçe oluşmasını engelleyici
kayıtlar koyamaz.
Madde 34 – Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi,
genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda
gösterilir.
Madde 73 – Herkes, kamu
giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal
amacıdır. (...)
Madde 90 – Usulüne
göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek
cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.
Madde 101- Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.
Madde 138 – Hakimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı
kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava
hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru
sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve
yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar
ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez.
Madde 153 – Anayasa
Mahkemesinin kararları kesindir. Anayasa mahkemesi kararları resmi gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.
Yazıyı JeanJacques Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi adlı eserindeki bir saptamayla bitirmek istiyorum:
''Görülüyor ki,
egemen varlık(siyasi iktidar) ne denli mutlak, ne denli kutsal, ne denli
dokunulmaz olursa olsun, genel sözleşmenin (anayasa) sınırlarını aşamaz. Öyle
ki egemen varlık, yurttaşlarından birini öbürlerinden daha çok yük altına
sokmaya yetkili değildir. Çünkü o zaman iş toplum sözleşmesinden çıkarak özel
alana girer ve bu yüzden egemen varlığın yetkisi dışında kalır''
JeanJacques Rousseau
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder