Maddi ya da duygusal istismar
olgularında kullanan mı yoksa kullandıran mı hatalıdır? Sömürdüğünü
duyumsatmayacak düzeyde profesyonel oynayanları, kullanıldığını anlayamayacak
düzeyde saf insanları soyutlarsak; bence, istismara dayalı ilişkiler gönüllü
karşılıklılığa dayanır. Bu tür ilişkilerde her iki taraf da çıkar sağlar; ayrım
sadece elde edilenin niteliğindedir. Kullandıran taraf, benlik yoksunluğunun,
kendinle kalamamanın, övgü alma gereksiniminin karşılığını verirken; kullanan
taraf gösterdiği sahte yakınlığın, yapmacık sevginin ve dostluğun
karşılığını alır. Sömürüye dayalı ilişkiler kullanılanın maddi gücü sona
erinceye veya kullanan kendisi için daha fazlasını ödemeye razı birini
buluncaya dek devam eder. İlişki sonlandığında maddi ve duygusal yıkıma uğrayan
genellikle istismar edilen taraftır.
Bu sorgulamanın nedeni,
arkadaşımın anlattığı bir istismar öyküsünden başka bir şey
değil. Her dinlenen öykü, her tanıklık kaçınılmaz şekilde
bilincimizde bir takım çağrışımlara yol açıyor. Bu düşünsel pratik bana,
William Shakespeare'in az bilinen ancak en sevdiğim tragedyalarından birini; Atinalı Timon'u anımsattı.
Timon uçsuz bucaksız arazilere sahip, insan sevgisiyle dolu, varlığını herkesle paylaşan zengin bir Atinalıdır. Timon, zengin babası öldükten sonra cebi para gören ve kendisine olan borcunu ödemek için gelen arkadaşı Ventiddius'a; ''Yoo olmadı dürüst dostum Ventiddius; / Sevgimi yanlış yorumlamışsınız, / Ben sevdiğimi karşılık beklemeden severim, / Verdiğinin karşılığını alan gerçekten vermiş sayılmaz... '' diyecek kadar zengin gönüllüdür.
Timon uçsuz bucaksız arazilere sahip, insan sevgisiyle dolu, varlığını herkesle paylaşan zengin bir Atinalıdır. Timon, zengin babası öldükten sonra cebi para gören ve kendisine olan borcunu ödemek için gelen arkadaşı Ventiddius'a; ''Yoo olmadı dürüst dostum Ventiddius; / Sevgimi yanlış yorumlamışsınız, / Ben sevdiğimi karşılık beklemeden severim, / Verdiğinin karşılığını alan gerçekten vermiş sayılmaz... '' diyecek kadar zengin gönüllüdür.
Onun, eli öylesine açık, gönlü öylesine
zengindir ki, her akşam konağında kurulan sofralarda bir araya gelen seçkin
Atinalılar altın tanrısı Plutus'un ancak Timon'un kahyası olabileceğini
söyler. Timon, dostlarına sadece ziyafet vermekle yetinmez, değerli hediyelere
ödüllendirir onları. Ne var ki, her görkemli yaşamı bir hazin bir son
bekler. Para işlerini takip eden kahyasının uyarılarına kulak
asmayan Timon'un serveti yavaş yavaş tükenmeye başlar. Kahya Flavius'un durum
karşısında kendi kendine söylenmek dışından elinden bir şey gelmez;''Verdiği
sözler varlığının o kadar üzerinde ki, / Ne söylese borca gidiyor artık, / Her
sözüyle biraz daha artırıyor borçlarını, / O kadar iyi bir adam ki bu, /
İyiliğinin faizini ödüyor şimdi de,''
Sonunda serveti tamamen tükenen Timon
çareyi yıllardır ihya ettiği dostlarından borç istemekte bulur. Ancak çaldığı
bütün kapılar yüzüne kapanır. Yıllarca asıl servetinin dostları olduğunu
söyleyen adam dehşetli bir hayal kırıklığına uğrar. Artık kahyası Flavius bile
kendi kedine söylenmek yerine efendisinin yüzüne haykırmaktadır düşüncelerini; Olacak şey mi efendimin cömertliği? / Neler gitti, aşağılık
hödüklerin midesine! / Kimler yaltaklanmıyor Timon efendimize! / Hangi yürek,
hangi kılıç, hangi güç, hangi servet / Feda etmiyor kendini Timon efendimize /
Ah, bir bitti mi bu övgüleri satın alan paralar/ Tükenir o övgülere can atan
soluklar da...
Acı gerçekle yüzleşmiştir Timon. Atina'dan nefret etmektedir. Ama kızgınlığını ve üzüntüsünü gizler.Yeniden para bulduğu, eski görkemine kavuştuğu söylentisi yayar. Amacı bir ziyafet düzenleyerek dostlarına bir ders vermektir. Konakta masalar tekrar kurulmuştur. Borç isteyerek sınandıklarını aslında Timon'un servetinin tükenmediğini düşünen Atinalılar bir kez
daha konağı doldurmuştur. Konuklar sofraya davet edilirler herkes eski günlerin mutluluğu içindedir. Konaktaki mükemmel ziyafetlere alışmış olan misafirler tabakların
kapaklarını açınca büyük bir şok yaşarlar. Tabaklarda sadece sıcak su vardır ve Atinalı Timon'un sesi salonda yankılanmaktadır;
Açın tabaklarınızı, köpekler, açın da
yalayın! / Dilerim göreceğiniz en son ziyafet olsun bu! / Sizi gidi sözde
dostlar sizi! / Duman ve ılık su; tam sizin şanınıza layık işte, / Timon'un son
yemeği budur size, / Yıkayıp temizliyor işte kendini Timon / Üstüne pul pul
yapışmış dalkavukluğunuzdan; / Savuruyor işte böyle suratınıza (Suyu suratlarına
atar) / Vıcık vıcık alçaklığınızı, / Herkesin lanetleriyle yaşayın, uzun uzun
hem de; / Sizi sırıtkan yapışkan, iğrenç sömürgenler sizi! / İnsanın yüzüne
bakıp kuyusunu kazanlar, / Dost yüzlü kurtlar, tatlı dilli ayılar sizi! / Para
budalaları, sofra sülükleri, iyi gün sinekleri! / Süklüm püklüm uşaklar, uçarı
dumanlar,kalleş kuklalar...
Yaşananlar, ''kıyakçılığın sonu
ayakçılıktır'' özdeyişini adeta kanıtlar niteliktedir. Timon'un düştüğü kötü
durumun nedeni çevresindekilerden çok kendisidir. Sevilmek, takdir edilmek
istemiştir. Ancak kimse ona ne sevgi ne de dostluk vermiştir. Çünkü
çevresindekilerin ona dalkavukluktan başka verebilecekleri bir şey yoktur.
Beş kuruşsuz Timon konaktan ayrılır. Kent surları dışındaki bir
ormanda bir mağaraya yerleşir. Artık tüm Atinalılardan nefret eden bir münzevi,
amansız bir insan düşmanı, bir kinik ve bir nihilisttir. İnsanlara karşı duyduğu nefret öylesine sonsuzdur ki, onların acı
çekmesinden başka bir şey istememektedir. Ormanda, bitkilerle ağaç kökleriyle
beslenir, korkunç bir sefalet içinde yaşar. Ne var ki yaşam henüz son sözünü
söylememiştir. Bir gün mağarasında yiyecek kök aramak için toprağı kazan
Timon eski servetini kat ve kat aşan bir hazine bulur. Ancak Timon
zenginlikten ve çıkar düşkünü asalaklardan o kadar nefret etmektedir ki,
bulduğu hazine için sevinmek yerine haykırmaya başlar;
Aman bu ne? Altın? Sarı pırıl pırıl ,
halis altın! / Yoo, tanrılar, içim başka dileğim başka değil benim. / Ben kök
istedim sizden, cömert tanrılar, kök! / Altının bu kadarı karayı ak, çirkini
güzel, / Yanlışı doğru, soysuzu soylu, yaşlıyı genç, / Korkağı yiğit etmeye
yeter de artar bile. / Niçin yaptınız bunu tanrılar? Nedir zorunuz? / Bilmez
olur musunuz ki, bununla / Rahipleriniz kullarınız elinizden alınabilir; /
Sapasağlam insanlar ölüm döşeğine serilebilir. / Bu sarı köle dinleri yıkar da
yapar da; / Cehennemliği cennetlik eder; / İğrenç cüzamlıları sevdirir insana;
/ Hırsızları baş köşelere oturtup / Şanlar, şerefler,
alkışlarla senatörler arasına sokar...Tragedya bu sahneyle yeni bir boyut kazanarak, nefes
kesen diyaloglarla sona doğru ilerler...
Evet. Cömertlik önemli insani değerlerden
biridir. Ancak insan sınır tanımaz tüketiciliğiyle ''yeter'' diye bir şey
bilmez. Doyurulamaz bir açgözlülükle saldırır her şeye. Ne üzücüdür ki,
yeryüzünün tek ''düşünen'' canlısı olduğu iddia edilen bu varlık vicdanın sesine
kulak vermek yerine ihtirasın sınır tanımaz isteklerine boyun eğer. Sayısız kez
duvara çarpmasına rağmen arzularının peşi sıra savrulmaya devam eder...
Aslında, tarih öncesi çağlardan günümüze kadar süren bu iflah olmaz
yaşam algısı insanın doğuştan gelen özeliklerinden çok bilinçli yaratılmış
donanımsızlığından kaynaklanır.
Siz siz olun; ruhunuzu ve cüzdanınızı dost
yüzlü istismarcılardan koruyun.
Yararlanılan kaynak: Atinalı Timon,
William Shakespeare, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder