Son yıllarda,
Türkiye'de ''68'' lerde Batı'da başlayan cinsel özgürlük
hareketlerini çağrıştıran bir yaşam şekli hızla gelişip serpiliyor. Ancak, bu yönelimin ardında, ne çocukluk çağlarından
itibaren bastırılan cinselliğin yarattığı hastalıklı toplumsal yapıyı
dönüştürme, ne kadınla erkeğin toplumsal rollerini sil baştan
düzenleme, ne yozlaşmış evlilik
kurumunu yeniden yapılandırma ne de iki yüzlü ahlak anlayışınca tutsak edilmiş bedeni özgürleştirme iradesi var.
Bu yönelimin ardında gizlilik, yalan üzerine kurgulanmış bir yozlaşmadan başka bir şey yok. Cinsel hazzın, mutlak iyi, insani varoluşun biricik amacı olduğunu içseleştirenlerce yayılan bir tür Orta Doğu tipi hedonizm bu. Yani, Batı'nın teknolojisini, bilimini alalım ama kültürü, yaşam tarzı, sanatı, edebiyatı onlara kalsın anlayışının cinselliğe uyarlanmış versiyonu. Eşim, kızım annem kimseyle sevişmesin, ben herkesin eşiyle kızıyla annesiyle sevişeyim, aldatayım ama beni kimse aldatmasın, evli kalayım ama çok eşliliğin nimetlerinden olabildiğince yararlanayım anlayışlarının dışa vurumu...
Türk insanı, kültür kapitalizminin ''yaşam tarzı stratejileri'' koşutunda gerçekleştirdiği iletişim bombardımanına sığ bir cinsel perspektif ve hastalıklı bir ruh durumuyla yakalandı. Görsel yazılı medya, sinema ve diğer kültürel mecralar aracılığıyla pazarlanan gerçeküstü cinsellik imgeleri; ilk karşılaşma anında bile birbirlerine nasıl dokunacağını bilen, eşzamanlı orgazm olan kadınlar erkekler zaten karışık olan zihinleri iyice bunalttı. Sosyal paylaşım sitelerinin karşı cinsle iletişim kurma olanağını zaman ve mekandan soyutlayan ortamında dijital teşhircilik, hızla yayıldıve boş zihinleri işgal etti.
Tüm bu gelişmelerin Türkiye gibi baskıcı ataerkil bir toplumda yaşayan, sağlıklı cinsel gelişimden yoksun bırakılmış, aşkı sevgiyi doğal mecrasında yaşayamamış, ergenlik döneminde cinsel perhize zorlanmış, ayıbın yorgan altında olduğuna inandırılmış insanların üzerinde bir travma etkisi yaratması kaçınılmazdı. Nitekim sahte cinsel imge bombardımanı Türkiye'deki orta ve orta üstü gelir guruplarında yarattığı travma Batı'da aynı sosyoekonomik grup uzerinde yarattığı travmadan çok daha sarsıcı oldu. İçselleştirilmeden benimsenen yeni yaşam şekli cinselliği, sevginin aracı olmaktan çıkartarak tüketim, başarıya ulaşma ve sahip olma araçlarına dönüştürdü. Yaşamları süresince sağlıklı bedensel boşalmadan yoksun kalmış insanlar evlisiyle bekarıyla, kadınıyla erkeğiyle, muhafazakarıyla moderniyle bir ilişkiden diğerine koşmaya başladı. Bir seks partneri bulmak, sürekli partner değiştirmek, sürekli sevişmek bu kesim için yaşam amacına dönüştü.
Peki, neden bu insanlar doyumsuzdu? Neden aradıkları ruhsal ve bedensel doyumu bulamıyor, seviştikçe tatmin olmak bir yana daha da acıkıyorlardı.Neden sürekli değişik partnerlerle sevişmek istiyorlardı? Neydi arayıp bir türlü bulamadıkları?
Cinsellik üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan, psikiyatri tarihinin radikal ismi Wilhelm Reich ''İnsanların tek eşle yetinebilmelerinin ardında, çokeşlilik dürtülerini bastırmış olmaları ya da birtakım ahlaki kaygılar yatmadığını söylüyor. Tekeşliliğin nedenini: çiftin tekrar tekrar canlı, haz verici bir cinsel doyum yaşaması olarak betimleyen Reich şöyle devam ediyor. ''Tekeşlilik, eşler arasında tam bir cinsel uyumu gerektirir. Bu açıdan sağlıklı erkekle sağlıklı kadın arasında hiçbir fark yoktur. Buna karşılık, uygun bir eşin bulunamaması halinde, bugünkü koşullarda geçerli olan durum da ne yazık ki budur, tekeşlilik yeteneği kendi karşıtına, sürekli bir eş arayışına dönüşür.''
Charles Bukowski kendi cinsel deneyimlerinden yola çıkarak bu yönelimi ''Duygudan yoksun ölü etin ölü etle çitfleşmesi, iki yabancı olarak başlayıp iki yabancı olarak bitirmek, birbirlerini mastürbe eden arsızlar topluluğu, cesetlerin sevişmesi...''cümleleriyle betimliyor. Erich Fromm ise yanıta biraz daha yaklaştırıyor bizi: ''Cinsel isteğin amacı birleşmedir; bu hiçbir zaman fiziksel açlığın, acı veren bir gerginliğin giderilmesi değildir'' diyerek devam ediyor: ''Cinsel birleşme isteği sevgiden doğmamışsa, hiçbir zaman vahşi bir birleşme olmaktan öteye geçemez. Cinsel birleşme o an için birleşiliyormuş sanısı yaratabilir, ama bu sevgisiz ''birleşme''den sonra geriye, birbirine eskiden olduğu ölçüde iki yabancı insan kalır; bu iki insan bazen birbirlerinden utanır, giderek nefret eder çünkü büyü bozulunca yabancılıklarını eskiden daha yoğun olarak duyarlar. Dolayısıyla birini sevmek sadece güçlü bir duyguya kapılmak değildir; bir karardır bir yargıdır, bir söz vermedir. ''
Cinsellik önemli bir biyolojik gereksinim. Ne var ki, baskıcı toplumlarda yetişen insanın duygusal tatmin ve mutluluk yeteneği
henüz gelişim çağlarında yok edilir. Buyurgan ailenin çocukluk çağlarında bilinçdışına ittiği doğal dürtüler, gelecekte kadın
cinayetleri, dindirilemeyen cinsel açlık ya da soğukluk, şiddet, taciz olarak ortaya çıkar. Evet, cinsel deneyimlerin
çeşitliliği ve zenginliği insan kişiliğinin gelişmesi açısından gerekli ama bu
deneyimlerin yoğun yaşanmış ve eşleri doyuma götürmüş ilişkiler olması da
zorunlu. Yani nitelik nicelikten çok daha önemli. Niteliği belirleyen ise sosyal
ekonomik koşulların sonucu olan insanın bilişsel gelişmişlik düzeyinden
başka bir şey değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder