''Hiçbir güç, hiçbir otorite yoktur ki,
uyrukları bulunmasın. Hiçbir servet, otorite yöneten yoktur ki, çevresi ondan nemalanmak isteyenlerce sarılmasın. Ne mutlu onlara yaklaşanlara! İtibarlı
kişiler olduklarından, çevrelerine o göze girmesini bilenlere; gelir getiren görevler, sadaka emirlikleri
yağdırırlar. Kendileri yükseldikçe, uydularını da peşleri sıra ilerletirler;
sanki hareket halinde bir güneş sistemidir bu. Saçtıkları ışık uydularını
allara boyar. İzzet ve ikbal kırıntılarını çevreye tatlı, küçük terfiler
halinde dağıtırlar... ''Viktor Hugo'nun19. yüzyıl yönetim
anlayışını betimlediği bu satırların kaleme almasının üzeriden neredeyse
160 yıl geçti. Bugün aynı anlayış bürokraside, iş tapınaklarında,
üniversitelerde, siyasette, yani yönetimin bulunduğu her düzlemde
sürüyor. Yüzyıllar geçse de kibir, kıskançlık, kayırma ve keyfiyet
yönetimin ayrılmaz bileşenleri olmaya devam ediyor.
Evet, yönetilenler
liyakatsiz yönetenlere gözleri kapalı itaat etmeyi sürdürüyorlar. Çünkü, kendi
yetkinliklerine güvenmiyorlar. Çünkü, özerklik, bireysellik korkutuyor
onları. Kişiliklerini bir liderin kolu kanadı altında ya da bir kurumun içinde eritmek, yok etmek sahte bir güven duyumsamalarını sağlıyor. Böylece, yıkılmaz, görkemli olduğu
düşündükleri gücün bir bileşeni olarak karar almaktan, doğruya ulaşma istencinden
ve ben kimim sorusundan kurtulduklarını sanıyorlar. Zamanla bu
adanmışlık, ne yapacaklarının söylenmesini bekleme, yaşamının sorumluluğunu
kendini tabi kıldığı güce bırakma, o gücün bilinciyle, sesiyle konuşma düzeyine
kadar yükseliyor.
İnsanı bu sarmaldan kurtaracak tek güç var. İrade! Bu
bağlamda irade: benlik dışı istekleri, dayatmaları kontrol edebilmek, her
türden bağımlılığın üstesinden gelebilmek, bilgi ve aklın sentezine dayalı bir
bilinçle aldığı kararları, vardığı yargıları kararlıkla takip edebilme gücüdür. İrade yararsız arzulara boyun eğme
isteğinin, duyguların, eyleme geçme karşısındaki direncin üstesinden gelen iç
güçtür.
Tam da bu aşamada dikkatlerden uzak tutulmaya çalışılan özyönetim, özdenetim kavramlarını da vurgulamak gerekiyor: Özdenetim, iradenin ortağı, en değerli destekçisi, yani duygusal, zihinsel sıkıntı ve zorluklara dayanma gücü, daha iyi sonuçlar için anlık tatminleri reddetme yeteneğidir. Özyönetim ise; “ekonominin, şirketlerin belli ilkeler koşutunda çalışanlar tarafından yönetilmesi; Yöneten, yönetilen arasındaki sömürü ilişkilerinin sona erdirilmesi, özel mülkiyetin, devlet aygıtının gelişmeyi sürekli kılacak şekilde yeniden tanımlanmasıdır. Özyönetimin nihai ereği; tüm toplumsal kesimleri karar alma süreçlerine katarak, yönetimi dayatma, keyfiyet ve baskıdan arındırmak ve kendi kendini örgütleyip yönetebilen kurumsal yapıların oluşumunu sağlamaktır.
Özyönetim, özdenetim, özşefkat, özgüven, özsevgi vb yetkinlikler bireyi önceleyen bir eğitim anlayışıyla herkesin kazanabileceği yetkinliklerdir. Ancak varolan aile yapısı, eğitim sistemi ve endüstriyel ilişkiler bu yetkinliklerin edinilmesini olanaksız kılar. Benlik yoksunu, kıskanç, bencil, özgüven yoksunu insanlar ve yöneticiler yaratır. Küçük bir azınlık bu olumsuz koşullar altında sağlıklı bir kişilik geliştirmeyi başarsa bile, toplum sosyal onay mekanizmalarıyla birey olmayı başaranları da asimile eder genele benzetir. İşte bu nedenle insandan yönetici olmaz.
Gerçek o ki; bir gün yönetim-yönetici kavramlarının sil baştan
yeniden tanımlanacak ''İnsanların bir yönetene, bir talimat verene gereksinimi
var mı?'' sorusu bilimin, aklın ışığında yanıtlanacak. Yapay zeka çalışmaları bilimsel yönetimin kapısını aralamak bağlamında çok önemli. Ben, insanların,
onlarca neslin yaşamını karartan, liyakatsiz ''ruh yiyici'' yöneticilerden yapay zekayla kurtulacağına inanıyorum. Gelecekte, özyönetim, irade, özdisiplin sahibi insanlar yapay zekanın da sağlayacağı destekle kendilerini, kurumları bir komut bir talimat verene, en önemlisi de bir yönetene gereksinim duymadan yönetecekler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder