The New York Times yazarı Thomas L. Friedman günümüzdeki
anlamıyla küreselleşmeyi en erken öngören düşünürün Karl Marx olduğunu söyler.
Gerçekten de, Marx’ın on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında yaptığı saptama,
günümüz insanını şaşırtacak doğruluktadır.
‘’Eskiden kurulmuş
olan tüm sanayiler ya yıkılıp gitti ya da her geçen gün yıkılıp gidiyor.
Bunların yerini, yerli ham maddeyi değil, uzak yerlerden sağlanan ham maddeleri işleyen sanayiler; ürünleri sadece üretildikleri ülkede değil, dünyanın dört bir yanında tüketilen sanayiler
alıyor. Ülke içinde üretilen ürünlerin karşıladığı eski gereksinimler yerini uzak ülkelerin ürünlerine bağlı yeni
gereksinimlere bırakıyor. Ulusal içe kapanıklılık ve kendi kendine yeterlilik yerini çok yönlü ilişkilere ve ülkelerin evrensel karşılıklı bağımlılığına
bırakıyor. Sadece maddi üretim değil,
düşünsel yaratımlar da tüm ulusların ortak malı oluyor. Ulusal tek yanlılık ve dar kafalılık
her geçen gün biraz daha olanaksızlaşıyor…''
İnsanlık tarihi süresince hiçbir güç ya da ideoloji küreselleşmeyle ortaya çıkan ekonomik, sosyal,
kültürel bütünleşmeyi sağlayamadı. Bütünleşme günümüzde de tüm hızıyla devam
ediyor. Sürecin var olan dinamiklerle
kesintiye uğramadan sürmesi durumunda; az sayıda küresel şirket dünya ekonomisini
ve siyasetini yönetir konuma gelecek. Varsıllarla yoksullar arasındaki gelir uçurumu daha da derinleşecek. Etnik gruplar, dinler, mezhepler arasındaki çatışmalar artarak sürecek...
Bu gelişmelerin yepyeni bir düzen ortaya çıkarması kaçınılmaz. Bu yeni dünyanın egemen gücü hükumetler değil şirketler, yöneteni devletler bürokrasisi değil şirketler aristokrasisi olacak. Yönetenlerle yönetenlerin rollerinin sil baştan tanımlanacağı bu yeni düzende, ülkelerin refah düzeyini; ihracat yapmakla marka yaratmak, keşfetmekle taklit etmek, küreselleşmeyle küresel şirketlere hizmet etme seçenekleri arasındaki ayrımları kavrama düzeyi belirleyecek.
Bu gelişmelerin yepyeni bir düzen ortaya çıkarması kaçınılmaz. Bu yeni dünyanın egemen gücü hükumetler değil şirketler, yöneteni devletler bürokrasisi değil şirketler aristokrasisi olacak. Yönetenlerle yönetenlerin rollerinin sil baştan tanımlanacağı bu yeni düzende, ülkelerin refah düzeyini; ihracat yapmakla marka yaratmak, keşfetmekle taklit etmek, küreselleşmeyle küresel şirketlere hizmet etme seçenekleri arasındaki ayrımları kavrama düzeyi belirleyecek.
Bugün, Türk şirketlerinin ve ekonomiyi yönetenlerin küreselleşmenin
temel dinamiklerini doğru analiz edemediği
bir gerçek . Bu aymazlık, elde edilmiş sınırlı ekonomik kazanımların yitirilmesinin yanında her geçen ay yerli birkaç şirketin küresel sermayenin eline
geçirmesine yol açıyor. Üstelik bu gelişmeler tam da sömürge ordularının işlevlerini çok uluslu şirketlere devrettiği bir
dünya içinde gerçekleşiyor.
Bugün, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkeler çalışanlarını köle ticaretini aratmayacak bir acımasızlıkla satılığa çıkartmış durumda. Yaratmanın zorluklarını, taklitçiliğin kolaylığına yeğ tutan bir lobi ‘’en ucuz, en örgütsüz, en uyruklaştırılmış iş gücü ben de’’ kampanyaları düzenliyor. Sendikalar işlevsizleştiriliyor, kurumsal vergiler düşürülürken dolaylı vergilerler yükseltiliyor, eğitim sistemi küresel şirketlerin isteği doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. Oysa satın almalarla, stratejik ortaklıklarla, birleşmelerle, iş hacimlerini hızla büyüten küresel şirketlerin hedefi yatırım yaptıkları ülkenin refah ve gelişmişlik düzeyini artırmak insanların çalışma koşullarını iyileştirmek değil. Vatandaşlarını ucuz iş gücü olarak çok uluslu sermayeye pazarlayanlar, küresel şirketlerin açlık sınırında ücretlerle çalışmaya razı iş gücü, ucuz ham madde tedarik edebildikleri sürece ülkede kalacağı gerçeğini yadsıyorlar. Bu güne kadar ortaya çıkan sonuçlar yerel kalanın küreselleşen tarafından yok edileceğini açıkça ortaya koydu. Şirketleri küreselleşmemiş bir ekonominin kapılarını küresel sermayeye plansız ve ön koşulsuz olarak açmak sömürge ekonomisi yaratmak dışında bir sonuca yol açmıyor...
Gelecekte ülke insanlarının köle mi, yoksa efendi mi olacağını Türk Şirketlerinin uluslararası düzlemdeki etkinliği yani küreselleşme becerisi belirleyecek. Dolayısıyla küresel ekonomik bütünleşme sürecinde şirketlerin; yaratımsız, taklitçi yerel hizmetkar olarak kalmak ya da marka, teknoloji yenilik yaratarak küreselleşmek dışında seçeneği yok. Fakat ne yazık ki, Türk İş dünyasının ''sermayedar yöneticileri'' hala bir üçüncü seçeneğin bulunmadığı gerçeğini görmemezlikten geliyor.
Bugün, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkeler çalışanlarını köle ticaretini aratmayacak bir acımasızlıkla satılığa çıkartmış durumda. Yaratmanın zorluklarını, taklitçiliğin kolaylığına yeğ tutan bir lobi ‘’en ucuz, en örgütsüz, en uyruklaştırılmış iş gücü ben de’’ kampanyaları düzenliyor. Sendikalar işlevsizleştiriliyor, kurumsal vergiler düşürülürken dolaylı vergilerler yükseltiliyor, eğitim sistemi küresel şirketlerin isteği doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. Oysa satın almalarla, stratejik ortaklıklarla, birleşmelerle, iş hacimlerini hızla büyüten küresel şirketlerin hedefi yatırım yaptıkları ülkenin refah ve gelişmişlik düzeyini artırmak insanların çalışma koşullarını iyileştirmek değil. Vatandaşlarını ucuz iş gücü olarak çok uluslu sermayeye pazarlayanlar, küresel şirketlerin açlık sınırında ücretlerle çalışmaya razı iş gücü, ucuz ham madde tedarik edebildikleri sürece ülkede kalacağı gerçeğini yadsıyorlar. Bu güne kadar ortaya çıkan sonuçlar yerel kalanın küreselleşen tarafından yok edileceğini açıkça ortaya koydu. Şirketleri küreselleşmemiş bir ekonominin kapılarını küresel sermayeye plansız ve ön koşulsuz olarak açmak sömürge ekonomisi yaratmak dışında bir sonuca yol açmıyor...
Gelecekte ülke insanlarının köle mi, yoksa efendi mi olacağını Türk Şirketlerinin uluslararası düzlemdeki etkinliği yani küreselleşme becerisi belirleyecek. Dolayısıyla küresel ekonomik bütünleşme sürecinde şirketlerin; yaratımsız, taklitçi yerel hizmetkar olarak kalmak ya da marka, teknoloji yenilik yaratarak küreselleşmek dışında seçeneği yok. Fakat ne yazık ki, Türk İş dünyasının ''sermayedar yöneticileri'' hala bir üçüncü seçeneğin bulunmadığı gerçeğini görmemezlikten geliyor.
“İşçi Sınıfının Beynelmilel Kardeşliği” temelinde gelişen XIX.yy küreselleşmesi, sınır-ötesi akışkanlık, sermaye ve işgücünden ziyade emtiaya (ing. commodities) kazandırmıştı. Daha telgraf bile yokken gerçekleşen bu mucize, bugün INTERNET'le mümkün olamamaktadır.
YanıtlaSil