24 Nisan 2015 Cuma

''Karizmatik Lider'' Muharrem



Bir ''karizmatik''lider düşünün ki, yaptığı her iki yatırımdan biri hüsranla sonuçlansın. Bir ''karizmatik'' lider düşünün ki, hataları yönettiği organizasyonu yüz milyonlarca dolar zarara uğratsın. Bir ''karizmatik'' lider düşünün ki, gösteri yapma yetkinliği, diksiyonu ve kulaktan dolma bilgiler dışında bir yetkinliği bulunmamasına rağmen ilahlaştırılsın. Bir lider düşünün ki, tüm başarısızlıklarına karşılık medya tarafından ülkenin en başarılı yöneticilerinden biri olarak pazarlansın, pırıl pırıl gençlere örnek gösterisin...


     ''Muharrem yerden on bin metre yüksekte böyle bir son hak etmediğini düşünüyordu...         İşten atılma gibi bir olguya hiç aklını yormamıştı. Öyle ya, ''işini yitirme'' sıradan insanların dünyasına ait bir olguydu. Patronların, büyük adamların, yaşamında yeri yoktu. İş yaşamı süresince verimsizlik, karlılık, etkinsizlik gibi gerekçelere binlerce insanın işine son vermişti. Kriz yıllarında önüne konan küçülme planlarını hep yetersiz bulmuş, üç beş insanı daha listeye eklemek için yöneticilerine baskı yapmıştı. Şimdi olacak şey miydi bu? İki kelimeyi yan yana getirip tümceye dönüştürmekten aciz binlerce yönetici keselerini doldurmayı sürdürürken; o, New York- İstanbul uçağında betimlenmesi olanaksız bir ruh durumu içinde geçmişiyle hesaplaşıyordu... Uzun süre ülkesinden uzak kalmıştı. Fakat doğduğu ülkede patronların, yöneticilerini varlıkla yokluk arasındaki o ince çizgiye nasıl hapsettiklerini, nasıl uyruklaştırıldıklarını, yönetici kılıklı cahil sermayedarların çalışanların üzerine nasıl kabus gibi çöktüklerini hiç unutmamıştı...Şimdi, saatte 750 kilometre hızla yıllar önce kaçmayı kotardığı cehenneme geri dönüyordu. Uçak  İstanbul için alçalmaya başlamıştı bile. Dokuz saatlik yolculuk süresince hiç uyuyamamıştı sürekli o günü düşünmüştü. İki gün sonra yönettiği şirket iş sonuçlarını kamuoyuna açıklayacaktı. Onlarca uzman, günlerce, şirketin mali tabloları üzerinde çalışmış rötuş üzerine rötuş yapmıştı. Ne var ki, sonuçların düzeltilmiş hali bile kötüydü. Böyle bir bilançoyla şirketin hisselerinin  değer yitirmemesi neredeyse olanaksızdı.

Hattın diğer ucundaki yatırım danışmanına ‘’hepsini sat‘’ demişti o gün. Danışman telefonu kapatır kapatmaz müşterisinden aldığı talimatı sisteme girmiş, hisseleri satmıştı. Muharrem, servetini korumuş olmanın huzuruyla Hudson nehrine bakan ofisinin penceresinden iş dünyasının önemli simgelerinden biri konumundaki kenti seyrediyordu. New York'ta yaşamaktan hep gurur duymuştu. Öyle ya, Amerika, kucak açtığı on milyonlarca göçmenden çok daha cömert davranmıştı ona: Sadece bütün saygın ülkelerde kabul gören  pasaportunu vermekle yetinmemiş, insanların yüzde 99,99‘unun düşünü bile göremeyeceği; ‘’bu dağ hazıra dayanır’’ dedirtecek türden bir servet kazandırmıştı.  Ne var ki, varsıllığa rağmen  konumu itibari elde ettiği şirket verilerini suç olduğunu bile bile kişisel çıkarı için kullanmıştı...  Öyle ya, servete servet katmak için ne kazandıklarını sermaye yapmak ne de kişisel risk almak zorundaydı.

Yönettiği şirketinin yeryüzünün her coğrafyasına uzanan güçlü kolları hizmetindeydi. Konumundan devşirdiği güçle onlarca ülkeye  yayılmış görkemli bir ilişki ağı inşa etmişti. Yönetim kurulu üyelerinden şirketin alt orta üst  düzey yöneticilerine, tedarikçilerden siyaset adamlarına,  küresel şirketin çeşitli ülkelerde üretim-satış haklarını elinde bulunduran iş adamlarından gece kulübü patronlarına, restoran sahiplerine kadar her konumdan, her ırktan, her inançtan insan vardı bu ağın içinde. Muharrem şirket dışı ilişkilerini yapılandırırken izlediği stratejiyi şirket içi iş ilişkilerini yapılandırırken de kullanmıştı. Yöneticileri, çalışanları yetkinlik ve performanstan çok adamlarım, adamım olmayanlar ölçütüyle sınıflamıştı. ‘’Adamım’’ betimlemesi buyruklarını doğru-yanlış, etik etik dışı, şirket çıkarı kişisel çıkar ayrımını sorgulamadan yerine getiren astları için kullandığı bir betimlemeydi. Adamı olanlar, yönettiği şirketlere; mal ve hizmet sağlama, yönetici olma, danışmanlık yapma gibi ayrıcalıklara liyakat ve yetkinlikten azade olarak sahiptiler.

Muharrem arzuladığı her şeyi elde etmişti. Herkesin imrenerek izlediği bir yaşamı vardı. Gel gelelim, yaşadığı çevrenin değer yargıları ''yeter'' kavramının içini boşaltmış, dürüstlüğün kişiye zamana mekana göre değişen göreceli bir değer olduğuna inandırmıştı onu. Yine yaşadığı çevre; kişisel gelişim ve iş kitaplarındaki anlatıların tersine liderliği sürdürülebilir kılan temel etmenlerin güç ve para olduğunu, zirve yolunun önce ben demekten, iyi rol yapmaktan, arkadan dolanmaktan geçtiğini öğretmişti ona....

Muharrem, şirket iş sonuçlarının açıklanmasını takip eden sabah özel asansörüyle ofisine çıkarken sonunun nereye varacağını  bildiği o malum konuyu düşünüyordu hala. Asistanına kimseyle görüşmek istemediğini söyleyerek, odasına kapanmıştı.  Bilincini oyalamak için denediği hiçbir şey sonuç vermiyordu. Gazete okumayı denemiş, becerememişti. Posta kutusundaki mesajlara odaklanmaya çalışmak da zihnini dağıtamamıştı. Umarsız uğraşların sonunda, gözleri, odasına girdiğinden beri bakmamak için uğraş verdiği Reuters(*) ekranına kaymış, ekrandaki yüzlerce veri içinden şaşırtıcı bir seçicilikle aradığını buluvermişti. Şirket hisseleri sattığı fiyatın yüzde yirmi altındaydı. Kalp atışları bir anda hızlanmıştı, İhtirasının  sesi ’’tekrar al, tekrar al Muharrem’’ diye haykırırken: vicdanının sesi   ‘’ servetinin azalmasını önledin, daha ne istiyorsun dur!’’ diye haykırıyordu. Gel gelelim vicdanının  sesi hırsıyla ördüğü duvarları aşıp bir türlü bilincine ulaşamıyor; bedeni kasılıyor, göğsü sıkışıyor eli telefona uzanıp geri geliyor, ama son hareketi bir türlü yapamıyordu. Oysa çelişkiler içinde kıvranan, ihtiraslarının esiri bu adam farklı yatırım araçlarına dağıtılmış, her gün çığ gibi büyüyen inanılmaz büyüklükteki bir servetin sahibiydi. Fakat hırsızlıkla eşdeğer bir edimi ''yap'' diye haykıran ihtirasının sesine bir türlü kulaklarını  tıkayamıyordu. Muharrem  koltuğunda oturamayacak kadar heyecanlanmış ayağa kalkmış  masasının karşısında duran bara yönelmiş, raflarda dizili viski şişelerden birini rastgele seçerek bardağının yarısını buz yarısını viskiyle doldurmuştu. Boğazından boş midesine inen her yudum vicdanın sesini biraz daha bastırırken İhtirasın ‘’Haydi son bir hareket daha. TEKRAR AL’’ diyen sesini yükseltiyordu.  Muharrem, sabah ofise gelirken yüzleşeceğinden emin olduğu eşikteydi. Daha önce defalarca aynı suçu işlemişti artık durması olanaksızdı.  Telefona uzanan eli belleğindeki numarayı tuşlamış ve yatırım danışmanına ''Hepsiyle tekrar al’’ demişti. Bu kez danışman iki gün önce  sattığı adetten çok daha fazla hisse senedi satın almıştı; piyasasının yüzlerce yıldır aksaksız işleyen kuralı bir kez daha işlemiş, birileri kaybederken birileri kazanmıştı.

Yapılan yasa dışı işlemden kısa bir süre sonra, SEC'e ( Securities and Exchange Commission) gelen bir ihbarla başlatılan soruşturmada yetkililer Muharremin ismine ulaşmakta hiç zorluk çekmedi. Açılan soruşturma sonrasında komisyon Muharrem’i suçlu buldu, Haksız kazandığı beş yüz bin doları faiziyle birlikte geri ödenmesine ve soruşturma giderlerinin suçludan tahsil edilmesine karar verdi.    Muharrem liberal ekonominin yürürlükte bulunduğu her ülkede  karşılığı hapis cezası olması gereken  bir edimden mali bir yaptırımla sıyrılmayı başarmıştı. Ancak işine devam etmesi olanaksızdı. Şirketin yönetim kurulu üyesi olan can dostu Peter bile artık kurtaramazdı onu.  Bu kez serçe yeterince yükseğe sıçrayamamış iş dünyasının acımasız pençeleri içinde sıkışıp kalmıştı… Artık o bir işsizdi.


(Bu olaydan bir süre sonra Muharrem iş dünyasına geri döndü. Peki, nasıl kotarmıştı bu işi. Nasıl bir yönetim anlayışı kabul etmişti onu? Yeni patronlarıyla nasıl bir ilişki geliştirecekti...)

Gerçek olaylardan esinlenilerek yazılmıştır.


(*) Reuters; Finansal piyasalardan bilgi analiz sağlayan ve bu bilgileri üyelerine bedel karşılığı online yayınlayan şirket.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder