İlk
primatların (iki ayağı üzerine dikilebilen canlılar) ortaya çıkmasının
üzerinden 55 milyon yıl, ilk insan'ın yeryüzünde belirmesinin üzerinden 5
milyon yıl, Homo Sapienslerin yani günümüz insanının ortaya çıkmasının
üzerinden iki yüz bin yıl geçti. Endonezya'nın Sumatra adasında meydana gelen
25 milyon yılın en büyük süper yanardağ patlaması sonrasında yeryüzündeki insan
nüfusunun yirmi bine düşmesinin üzerinden ise sadece 70.000 yıl geçti. Ama biz, bütün insanların kardeş olduğunu, aynı
atadan geldiğini, aynı genleri taşıdığını; etnik kimliklerin birer insan icadı
olduğunu hala öğrenemedik.
İnsanların
%99,8 i ortak genler taşır, geriye kalan 0,2 farklı genin yüzde 85'i her etnik
grupta bulunur; ırksal farklılıklar bu 0.2 nin sadece %9'unu oluşturur ve bu
sadece yüzde 0,012 genetik farklılığa denk gelir. Yani dünya üzerindeki genetik
değişkenliğin çok küçük bir oranı geleneksel anlamda ırksal farklılık olarak
düşünülenlerle ilgilidir. İnsan kültürle doğmaz. “Kültür” dediğimiz şey tıpkı
din gibi, dil gibi sonradan eğitimle dayatılan sosyal bir olgudur. Kısacası, Türkü Türk yapan, Almanı Alman
yapan, Kürdü Kürt yapan kesinlikle damarlarda dolaşan kan değil; bu insanların
içinde yaşadığı sosyal, ekonomik kültürel yapıdır.
Bu yalın
gerçeğe rağmen, ne üzücüdür ki; etnik kimlikleri istismar etmekten öte bir
dünya görüşü içermeyen siyasi öğretiler hala popülerliğini koruyor. İnsanlar, ırkçı siyasetçilere hala sempati duyabiliyor, oy
verebiliyor. Yüzlerce yıl bir arada yaşadığı kapı komşusuna, aynı çatı altında
çalıştığı iş arkadaşına hasetle yaklaşabiliyor, düşman bellediği etnik kimlik
mensuplarının acı çekmesine hatta ölümüne sevinebiliyor. En önemlisi de bu
tavırların, ırkçı söylem, düşünce ve edimlerin teröre, kan dökücü insanlık
düşmanlarına hizmet ettiğini görmemezlikten gelebiliyor...
Türkiye gibi, ortalama eğitim süresinin 7 yıl
olduğu az gelişmiş ülkelerde faşist söylem ve davranışlar aile içinde başlar;
sokakta, okulda, iş yerinde devam eder. İnsanların bireysel benlikleri,
fiziksel, sözel şiddetle, tacizle, aşağılamayla, ötekileştirmeyle sistematik
bir şekilde yok edilir. Bu baskıcı, ataerkil yapı bir haminin; kolu kanadı
altında, onun empoze ettiği düşüncelerle yaşamaya muhtaç insanlar yaratılır. Bu
süreçlere maruz bırakılan insan, artık bir birey değil kendisine dayatılan
davranış kalıplarına, düşüncelere, inançlara boyun eğmeye hazır bir robot;
çarpıtma ve manipülasyonlarla yönlendirilen bir piyondur. Bu tezgahtan çıkan insan okumaz, yazmaz, soru
sormaz, sentez yapamaz ve son nefesini verinceye kadar önüne konanla yetinir.
''İnancın ve
bilgeliğin,sakalın dişlerin çıkması, göğüslerin büyümesi gibi zaman içinde yavaş yavaş kendiliğinden
oluştuğunu düşünmek ne büyük aptallıktır der Soren Kierkegaard ve ekler
''İnsanlar kaçınılmaz olarak nereye varırlarsa varsınlar tek bir şey yazgının
dışında kalır; inanç ve bilgelik. Çünkü zihin söz konusu olduğunda, basit
kadercilik kesinlikle insana hiçbir şey getirmez, zihnin kendinden daha büyük
bir düşmanı yoktur; yıllar geçtikçe yitirilmesi bundan daha kolay olan bir şey
de yoktur. Zihin beslenmezse yıllar boyunca sahip olunan bir parça içsellik,
bir parça tutku, bilgi, duygu, hayal de öylece uçup gider ve yaşamı öylece
anladığını zanneden insanlar bayağılığın bayrağı altına dizilirler.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder