''Her yönetim kurulu (YK) toplantısı öncesinde ruhsal
dengesi allak bullak olurdu. Ona göre bu toplantılar iş sonuçları paylaşma rutininden çok kendi koltuğunu koruma savaşıydı.
Şaban'ın ‘’Haydi’’ duyurusuyla başlardı kabus. Koca şirkette yönetim işlevlerinin neredeyse tamamı bir kenara bırakılır, direktörlerden, müdürlerden, uzmanlardan oluşan yaklaşık elli kişilik bir ekip günde 16 saat çalışarak YK toplantısı için veri, analiz üretirdi. Tek görevi vardı bu insanların; dijital teknolojilerin sunduğu her türlü olanağı kullanarak kötü iş sonuçları kabul edilebilir, iyi iş sonuçlarını görkemli kılacak bir YK sunuşu hazırlamak. Onca uzman değer kavramıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan sayısız ayrıntı üzerinde günlerce gecelerce çalışır, binlerce farklı veriyle yüzlerce analiz üretir, analiz girdilerini göz kamaştırıcı çıktılar elde edinceye dek sürekli değiştirir ve ortaya 300-400 sayfalık bir YK sunuşu çıkarırdı. Kabustan farksız bu sürecin ardından Şaban, her analizi her veriyi kelime kelime cümle cümle sayfa sayfa gece yarılarına kadar süren toplantılarla günlerce irdelerdi. Bu korkunç mobbing'in ardında; özgüvensiz bir genel yöneticinin, kendisini koltuğundan edeceğine inandığı ama var olmayan ve sonsuza dek sorulmayacak o ölümcül sorunun yanıtını bulma paranoyasından başka bir şey yoktu...'' (*)
Şaban'ın ‘’Haydi’’ duyurusuyla başlardı kabus. Koca şirkette yönetim işlevlerinin neredeyse tamamı bir kenara bırakılır, direktörlerden, müdürlerden, uzmanlardan oluşan yaklaşık elli kişilik bir ekip günde 16 saat çalışarak YK toplantısı için veri, analiz üretirdi. Tek görevi vardı bu insanların; dijital teknolojilerin sunduğu her türlü olanağı kullanarak kötü iş sonuçları kabul edilebilir, iyi iş sonuçlarını görkemli kılacak bir YK sunuşu hazırlamak. Onca uzman değer kavramıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan sayısız ayrıntı üzerinde günlerce gecelerce çalışır, binlerce farklı veriyle yüzlerce analiz üretir, analiz girdilerini göz kamaştırıcı çıktılar elde edinceye dek sürekli değiştirir ve ortaya 300-400 sayfalık bir YK sunuşu çıkarırdı. Kabustan farksız bu sürecin ardından Şaban, her analizi her veriyi kelime kelime cümle cümle sayfa sayfa gece yarılarına kadar süren toplantılarla günlerce irdelerdi. Bu korkunç mobbing'in ardında; özgüvensiz bir genel yöneticinin, kendisini koltuğundan edeceğine inandığı ama var olmayan ve sonsuza dek sorulmayacak o ölümcül sorunun yanıtını bulma paranoyasından başka bir şey yoktu...'' (*)
Şirket çalışanlarının düşündüğünün aksine ''Orta Doğu İş
Anlayışı''yla yönetilen şirketlerde yönetim kurulu toplantıları; tam bir akıl
dışılık ve sıradanlık düzlemidir. Kan bağıyla koltuk devşirmiş kalıtsal lider
ve onun atadığı kurul üyelerinin gözetiminde sahnelenen bir kakofonidir. En dirayetli katılımcıların bile dikkati dağıtacak kadar gereksiz, sıradan olgular tartışılır
bu toplantılarda. Sorumluluğu stratejik kararlar almak olan kelli felli
insanlar, hatalarıyla yüzlerce milyon dolar zarara yol açmış tepe
yöneticileri irdelemek yerine; çalışanların içtiği kahve
sayısından üç kuruşluk yatırım kararına, ofislerdeki ampul sayısından
tuvaletlerdeki sabun tüketimine varıncaya dek her türden gereksiz ayrıntıları
tartışıp dururlar. Karar almak için bir araya geldiklerini bihaber danışmanlar, hissedarlar, lafazanlığın çıkmaz sokaklarında saatler boyu gezinirler. Tartışılan konuyla ilgisiz söylevler, evrensellikten uzak boş vaazlar, ayağı yere basmayan yergiler övgüler havada uçuşur. O kadar ki, lafazanlık zamanı hızla tüketir; saatler saatleri kovalar. Sonunda başkan dahil kimsenin dayanacak gücü kalmaz. İşte zihinlerin bunaldığı katılımcılar ''Bitse de gitsek'' havasına girdiği o anda, YK başkanının aklına yeni bir yatırım kararını ya da bir ortaklık anlaşmasını onaylamak için toplandıkları gelir. Artık, '’En kötü karar kararsızlıktan iyidir’’ saçmalığına sığınmaktan başka çare kalmamıştır. Başkan ‘’Beyler B şirketini satın alma ve Tanzanya'ya giriş planı kabul edilmiştir hepimize hayırlı olsun’’ cümlesiyle son noktayı koyar. Akıl ve bilginin yol göstericiliğinde doğruyu bulma uğraşı veren bir kaç katılımcı dışında herkes huzurludur. Bir işkence daha sona ermiş, bir görev daha tamamlanmıştır...
''Orta Doğu Tarzı Yönetim’’ anlayışını benimsemiş organizasyonlarda, ortak akıl ve sağduyuyu egemen kılma duyarsızlığı sadece YK toplantılarıyla sınırlı değildir. Şirket içi toplantılarla YK toplantıları arasındaki tek ayrım katılımcıların karşısında patronun yerine; beden dilinden yüz mimiklerine, ses tınısından konuşma üslubuna kadar her tavrını patronundan ödünç almış bir profesyonelin bulunmasıdır. Profesyonel yönetici de tıpkı YK başkanı gibi ortaya çıkan iş sonuçlarıyla ilgili hiçbir sorumluluğu yokmuşçasına; tekrar tekrar ''Neden yapılmadı, neden sonuç alınamadı, sorumlu kim, kimi işten atmalı?’’ sorularını yöneltir durur karşısındakilere. İster sermayadar ister profesyonel olsun, her ikisi de toplantıda savunulan tezin doğruluğundan yanlışlığından çok kendi dayatmalarıyla çelişip çelişmediğine odaklıdır. Ne yazık ki; ''Orta Doğu Tarzı Yönetim Anlayışı''na sahip organizasyonlardaki toplantılar değer yaratmak bir yana katılımcıların ruh sağlığını tehdit eden bir işkence aracına dönüşmüştür.
''Orta Doğu Tarzı Yönetim’’ anlayışını benimsemiş organizasyonlarda, ortak akıl ve sağduyuyu egemen kılma duyarsızlığı sadece YK toplantılarıyla sınırlı değildir. Şirket içi toplantılarla YK toplantıları arasındaki tek ayrım katılımcıların karşısında patronun yerine; beden dilinden yüz mimiklerine, ses tınısından konuşma üslubuna kadar her tavrını patronundan ödünç almış bir profesyonelin bulunmasıdır. Profesyonel yönetici de tıpkı YK başkanı gibi ortaya çıkan iş sonuçlarıyla ilgili hiçbir sorumluluğu yokmuşçasına; tekrar tekrar ''Neden yapılmadı, neden sonuç alınamadı, sorumlu kim, kimi işten atmalı?’’ sorularını yöneltir durur karşısındakilere. İster sermayadar ister profesyonel olsun, her ikisi de toplantıda savunulan tezin doğruluğundan yanlışlığından çok kendi dayatmalarıyla çelişip çelişmediğine odaklıdır. Ne yazık ki; ''Orta Doğu Tarzı Yönetim Anlayışı''na sahip organizasyonlardaki toplantılar değer yaratmak bir yana katılımcıların ruh sağlığını tehdit eden bir işkence aracına dönüşmüştür.
Oysa, kurumsallaşmış çağdaş yapılarda toplantıların temel
amacı; tez, karşı tez karşıtlığıyla bir yargıya varmak, doğruyu yanlışı ortak
akılla olumlamak ya da olumsuzlamak, düşünceleri farklı formlarda yeniden
üreterek çoğaltmaktır. Bu düşünsel pratik fikri savunanı da fikre karşı duranı
da eşzamanlı dönüştürür. Ancak, bu sürecin etkin işlemesinin önemli koşullarından biri toplantıyı
yönetenin ikna etmeye hazır olduğu kadar ikna edilmeye hazır olmasıdır. Başkan
her olguyu katı bir sorgulama süzgecinden geçirmeli hiçbir tutarsızlığı görmemezlikten gelmemelidir. İkinci önemli gereklilik
ise toplantı başkanının bilişsel yetkinliğidir. Hepsinden öte başkan tartışılan kavramların anlamlarını bilmek, bir planı ya da stratejiyi onaylamadan önce yol açacağı sonuçları öngörmek zorundadır Bir organizasyonun başına gelebilecek en büyük felaket;
sektörle ilgili kavram, önerme ve olgulardan bihaber cahil bir YK başkanıdır.
Herkese, karşıtlıkla düşmanlık, ikna etmekle dayatma, nesnel bilgiyle algı, analizle sezgi olguları arasındaki ayrımları kavramış toplantı başkanlarının gözetiminde verimli toplantılar diliyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder