Son elli yıldır, aile
holdingleri/patron dernekleri güdümündeki bir koro; devletin kaynak israf
ettiğini, adam kayırdığını,verimsiz çalıştığını, yöneticisinin bürokratının
liyakatsiz ve ileri görüş yoksunu olduğunu, yolsuzluk yaptığını tekrarlayıp
durdu. Ancak aynı koro, onlarca yıl önce başlayan kalkınma uğraşlarının bir
refah toplumu yaratamamasında; en az devlet kadar kötü yönetilen, en az devlet
kadar kaynak israf eden,en az devlet kadar adam kayıran, en az devlet kadar
yolsuzluk yapan, en az devlet kadar liyakatsiz ve vizyonsuz yöneticilere sahip
olan özel sektörün sorumluluğunu nedense hep göz ardı etti. Devleti demokrat,
çoğulcu, özgürlükçü olmamakla suçlayan aynı koro kendi şirketlerindeki mutlak
monarşiyi, ben bilirimciliği, tek adamcılığı, nepotizmi(Kayırmacılık) nedense
görmemezlikten geldi.
Bugün, Türk Toplumu, aile
holdinglerinin uluslararası alanda başarı, küresel markalar şirketler
yaratma, özgün bilgi ve teknoloji üretimi hedeflerinden yoksun
olmasının ağır bedelini ödüyor. Kan bağıyla konum elde etmiş liyakatsiz
''kalıtsal yönetici''ler sadece geleceği değil geçmişin sınırlı kazanımlarını
da riske atıyor.
Sermaye sahibi olmakla yönetmek arasındaki ayrımı kavrayamayan aile holdinglerinin, baba, oğul, yeğen, damat torun,eş dost yönetimi; şirketleri birer aile çiftliğine, profesyonel yöneticileri ise birer çiftlik kahyasına dönüştürdü. Milyonlarca çalışan uzmanlaşmayı, ortak aklı yadsıyan her şeyi bildiğine inanan ''kalıtsal yönetici''lerin liyakatsizliğine katlanmak zorunda bırakıldı/bırakılıyor.
Sermayedar yöneticiler, şirketlerini işin uzmanlarına emanet edilemeyecek birer aile yadigarı olarak görüyorlar. Var olanı sürdürme, küçük olsun benim olsun, en az %51'i bende kalsın ki son sözü söyleyeyim anlayışı; Türkiye'yi gelişmişlik yarışında önce İspanya, Yunanistan, Portekiz’in sonra da kapitalizmle kalkınma modelini bizden çok sonra benimseyen Uzak Doğu ülkelerinin gerisinde bıraktı. Bugün dünyanın en değerli ilk beş yüz markası sıralamasına Çin’in 19, Güney Kore'nin 9 Hindistan'ın 7 markası bulunuyor ( BrandFinance-Global 500). İş lafazanlığa gelince mangalda kül bırakmayan Türk Sermayedarları tek küresel marka, tek küresel şirket yaratamadılar.
Tüm bunlar ne anlama geliyor?
Son 30 yıl içinde uygulanan
ekonomik politikaların sonucunda devletin ekonomi içindeki ağırlığı
önemli oranda azaldı. Özel sektörün gayri safi yurt içi hasıla içindeki payı
yüzde doksanın üzerine çıktı. Artık yetmiş beş milyon insanın refahı,
geleceği, işi, aşı doğrudan özel sektörün küresel düzlemde göstereceği
başarılara endeksli. Dolayısıyla kalitesiz yönetim, kurumsallaşamayan aile
şirketleri sorunları cahil patronların, şirket hissedarlarının sorunu olmanın
ötesine geçti ve toplumsal bir boyut kazandı.
Yukarıdaki saptamalar kadar önemli bir
diğer sorun da bu konuların hangi araçlarla, hangi düzlemde tartışılacağı
sorunudur. Aile şirketlerinin, iktidarın boyunduruğu altındaki medyanın taraflı
düzleminde iş dünyasının sorunlarının tartışılmayacağı bir gerçek. Öyle ki,
yazılı ve görsel basında kötü yönetilen şirketler, cahil CEO’lar, despot
liderler, ileri görüş yoksunu patronlar, mutsuz çalışanlar, yolsuzluk yapan
yöneticiler hakkında tek bir haber ya da analiz bulamazsınız. Bulamazsınız, çünkü reklam
verenlerinin sponsorluğuyla davetten davete, sofradan sofraya koşan, ülkeden
ülkeye uçan‘’magazin ekonomistleri’’, genel yayın yönetmenleri, özelikle de
şirket analistleri patronların halkla ilişkiler sorumluları gibi çalışırlar.
Çıkar düşkünü cahil patronların ve kişisel şöhretini artırma peşindeki
CEO’ların ellerine tutuşturdukları demeçleri, şirket bültenlerini tartışılmaz doğrular olarak ekranlara gazete/dergi sayfalarına taşırlar. Oysa
demokrasinin yürütme, yargı ve yasamadan sonra dördüncü temel ayağı konumundaki basının, en
önemli toplumsal sorumluluklarından biri kamu denetçiliğidir. Bu bağlamda
medya, işinsanlarının en az kendi çıkarları kadar toplumun da çıkarlarını
gözetmesini sağlamak; mal ve hizmet pazarlarını, şirketleri, çalışma yaşamını
çağdaş/evrensel normların ölçütleriyle halk adına irdelemek ve toplumu bilgilendirmekle
yükümlüdür.
Tüm bu koşullar göz önüne alındığında kitle iletişim araçlarının neredeyse tamamını bloke edebilecek bu orantısız güçle ancak alternatif iletişim araçlarını etkin kullanabilen bir örgütlenme başa çıkabilir. Bu bağlamda yıllardır aile holdingleri cehenneminde insan kalma uğraşı veren birikim sahibi profesyonellere önemli görevler düşüyor. Evet, profesyonel yöneticiler ve çalışanlar zaman yitirmeksizin bir araya gelmeli, dijital iletişim teknolojilerinin ve internetin sunduğu olanakları etkin kullanarak var olan ilkel iş kültürünü çağdaş bir yapıya dönüştürme doğrultusunda uğraş vermelidirler. Ülke kaynaklarıyla kurulan şirketlerin birer aile çiftliği, üç beş akrabanın keyfince hüküm sürdüğü kurumlar olarak kalmaması gerekliliği konusunda kamuoyunu aydınlatmalıdırlar. Patron derneklerinin, aile holdinglerinin ve cahil sermayedarlarının ekonominin gündemini belirlemesi, siyaseti yanlış doğrultuda şekillendirmeleri engellenmelidir. Aile holdinglerinin evrensel iş öğretilerinden, çağdaş trendlerden uzak iş anlayışlarıyla Türkiye'nin taklit,montaj ekonomisinden teknoloji ve marka yaratan bir ekonomiye geçemeyeceği konusunda Türk Halkı bilgilendirilmelidir.
Zaman,
''aile holdingleri sorunu bir memleket sorunudur'' kampanyasını başlatma
zamanıdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder