1922'nin Ekim ayında Kral III. Vittorio Emanuele tarafından başbakan olarak atanan Mussolini'nin öncelikli
hedefi, politik ve ekonomik muhalefeti bastırarak liberal demokratik kurumları
ortadan kaldırmaktı. İktidarı ele geçirdiği dönemde amacına hizmet edecek bir yönteme
sahip olmadığından kendi tarzını geliştirmek zorunda kaldı. Yeni bir seçim kanunu çıkardı. Demokrasinin en
önemli aracı olan seçimi, hazırladığı aday listelerini halka onaylattığı bir plebisite
indirgeyerek mecliste çoğunluğu elde etti. Mussolini adım adım ama özellikle 1920 den
itibaren güçlü bir diktatörlük kurdu. Ocak 1920'de çıkardığı kanunla, iktidarda
kaldığı süre boyunca 100.000 kez başvuracağı, kanun
hükmünde kararname (KHK) çıkartma yetkisi aldı.
Mussolini'nin iktidarı döneminde ülkedeki araç sayısının gerekli kılmamasına rağmen Kuzey İtalya'daki şehirler otoyollarla birbirine bağlandı.Yeni demiryolları inşa edildi. Konut seferberliğini baraj inşaatları takip etti. Faşizme özgü bir mimari üslup yarattı. Hedefi, ülkenin altyapı gereksinimlerini karşılanmasından çok tek adam rejiminin halk gözündeki itibarının yükseltilmesiydi.
Faşizmin diğer önemli ikonu konumundaki Hitler, parlamentoya karşıydı. Parlamenter demokrasiyle ilgili düşünceleri Kavgam kitabında şöyle ifade ediyordu; ''Meclis ve senato danışma amaçlı oya sahip kurumlardır. Karar almak konusunda hiçbir yetkileri yoktur. Karar verme yetkisi ve hakkı yalnız lidere aittir. Tarih bize göstermiştir ki, hiçbir dönemde parlamentodaki çoğunluğun karar almasına dayalı bir yönetim var olmamıştır.''
Mussolini altyapı yatırımlarının yanı sıra toplumu faşist ideoloji doğrultusunda şekillendirmeyi hedefleyen birçok sosyal proje uyguladı. Milyonlarca İtalyan'a sosyal yardım adı altında maaş bağladı. Sosyal, kültürel aktiviteler düzenledi ve militanlarına deniz ve dağ kamplarında 2 haftalık tatil programları sundu. Faşizm için hızlı nüfus artışı gerek ucuz iş gücü gerekse asker sayısı bağlamında özel bir öneme sahipti. Bu bağlamda, Mussolini; ''Doğum Seferberliği'' başlattı. Doğum kontrolünü yasakladı, bekarlara vergi koyarken, çocuklu ailelere vergi indirimi, borç erteleme kampanyaları düzenledi. 1927'de şöyle diyordu; Bir ulusun siyasal egemenliğinin temel unsuru demografik gücüdür. 40 milyon İtalyan nedir ki? İtalya, dünyada bir öneme sahip olmak için, nüfusunu en az 60 milyona çıkartmalıdır.
Faşizmin diğer önemli ikonu konumundaki Hitler, parlamentoya karşıydı. Parlamenter demokrasiyle ilgili düşünceleri Kavgam kitabında şöyle ifade ediyordu; ''Meclis ve senato danışma amaçlı oya sahip kurumlardır. Karar almak konusunda hiçbir yetkileri yoktur. Karar verme yetkisi ve hakkı yalnız lidere aittir. Tarih bize göstermiştir ki, hiçbir dönemde parlamentodaki çoğunluğun karar almasına dayalı bir yönetim var olmamıştır.''
Hitler Kitleleri etkileyerek faşist diktatörlüğünü güçlendirmek için dikkatleri mutlak gücüne odaklayan stadyumlar, anıtlar, meydanlar, otoyollar, konutlar inşa etti. Hitler nüfus artışını destekleme konusunda Mussolini'den çok daha ileri gidecekti. Hitler 2 çocuklu aile yerine 4 çocuklu aile modeli dayatarak Alman nüfusunu 2
katına çıkarmayı hedefledi. 30 Mart 1943 tarihli yasa, kürtaj olan kadına hapis
cezası, doğum kontrolüne ciddi engeller getiriyordu. Ünlü edebiyatçı Thomas Mann savaş döneminde
yaptığı bir radyo konuşmasında bu politikayı: ''İzine çıkan askerlere, Alman
kızlarıyla damızlık at gibi çiftleşme emri veriliyor. Bir ulus bir gençlik daha
fazla alçalabilir mi? İnsanlık için bundan daha büyük bir saygısızlık olur
mu?'' tümceleriyle eleştirecekti.
İtalya ve Almanya Faşizminin kurumsal ekonomik niteliği korporatizmdi. Korporatizm, işverenlerin,
çalışanların, sendika ve meslek örgütlerinin devlet vesayeti altında tek elden
yönetimi öngören bir sistemdir. Almanya'da 1934 yılında çıkan bir kanunla devlet müdahaleciliği;
bir işletme sahibinin yetkisini kötüye kullanması durumunda görevden
uzaklaştırılması, şirketlerin kartellere
ya da sanayi birliklere (varlık fonu) girmeye zorlanması düzeyine kadar
taşındı. Şirketlerin dış ekonomik bağlantıları, ticari ilişkileri ve finansal işlemleri sıkı bir şekilde denetlendi. Bu denetim mekanizması siyasal
rejimin(faşizmin) ve de ekonomik sistemin temel direği olan faşist partiye
bağlıydı. Partiyle ilişkisi bulunmayan, parti programını desteklemeyen işadamı
ve sermaye sahiplerinin işlerini sürdürmeleri neredeyse olanaksızdı. Partinin
güdümündeki özel girişimcilerle birlikte yürütülen dayatmacı korporatif politikalar
Yunanistan'da diktatör Metexas, İspanya'da Franco, Portekiz'de Salazar ve bunların ardılı birçok faşist diktatörce uygulandı.
Faşizm, liberal özgürlükçü yapıları,
özelikle de güç denge ve denetleme sistemlerini, sivil örgütlenmeleri ortadan kaldıran totaliter bir yönetim biçimidir.
Faşist rejimlerde parlamento ve hükümet
tek adamın keyfiyetine ve iradesine tabidir. Hitler'in hukuk danışmanının “Hakimin görevi, kurallara veya
uluslararası normlara uymak değil, Nazi Partisinin programına ve liderin
konuşmalarına göre hukuk kaynaklarını yorumlamaktır.” sözleriyle ifade ettiği gibi yargı adalet sağlamak
için değil rejim karşıtlarını cezalandırmak için vardır.
Faşizmin temel
silahı yalandır. Nazi propaganda
bakanı bu stratejiyi ''Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkar.'' cümlesiyle betimlemiştir. Tek yetke konumundaki faşist diktatör, yalanın gerçek olarak pazarlanmasında başarısızlığın başarı
olarak gösterilmesinde kritik bir işlev görür. Karşıt düşüncelere kapalı kitle iletişim araçları,
liderin ağzından çıkan her sözün doğru ve en az yasa kadar güçlü algılanmasını sağlar. Nitekim Hitler, Kavgam kitabında cahil
halk kitlelerinin okumadığını, bu nedenle toplumun kalbinin yazıyla
kazanılamayacağını, nutuk atmanın, duvar
ilanlarının kitaplardan çok daha etkili olduğunu uzun uzun anlattıktan sonra "Bir
devlet adamı attığı nutkun değerini bir profesör üzerinde yaratacağı etki ile
değil milletin üzerinde yaratacağı etkiyle ölçmelidir. İşte bir hatibin
dehasının değeri ancak bu şekilde saptanır.'' demektedir.
Faşizmin, çıkardığı savaşlarla, iç karışıklarla yüz
milyonlarca insanın canını yitirmesine, toplama kamplarında, hapishanelerde işkence
görmesine yol açmıştır. Bu insanlık dışı yönetim şekline karşı verilen mücadele dünyanın birçok farklı coğrafyasında ve Türkiye'de hala sürmektedir. Bazı
geçmiş AKP politikaları ve yapılan anayasa değişikliğiyle Avrupa faşizminin
uygulamaları arasındaki rastlantıyı aşan
düzeydeki örtüşme bu bağlamda kayda değerdir. Geçmişte
Avrupa'da, bugün dünyanın farklı ülkelerinde yaşananlardan ders alınması, son 5
yılda Türkiye'de yaşananları bu perspektiften irdelemesi demokrasinin korunması
bakımından kritik öneme sahiptir.
Kaynaklar;
Avrupa Tarihi Nomman Devies İmge Kitap Evi
Avrupa iktisat tarihi Herbert Heoton çeviren M.Ali
Kılıçbay, Osman Aydoğuş Paragraf Yayın Evi
Ankara 2005
20. Yüzyıl Avrupa İktisat Tarihi İvan T. Berend
çeciren serpil çağlayan İş Bankası yayınları.
Kavgam, Adolf Hitler, Çeviren Yağmur Reyhani
Kvaryum yayın Evi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder