Geçen gün kahve ve çay içmek için ara sıra gittiğim Alsancak'taki eski belediye sokağındaki kahvelerden birinde bir arkadaşımla karşılaştım. Çaylar kahveler geldi gitti, laf lafı açtı, konu yeni iletişim teknolojilerine ve bir fotoğraf silme uygulamasına geldi. Bu uygulama, fotoğrafın bütünlüğünü bozmadan kadrajdaki istenmeyen görüntülerin silinmesini sağlıyormuş. Düşünebiliyor musunuz? Artık sadece yaşamımızın bir kesitini paylaştığımız insanlardan değil, aynı kadraja girdiğimiz insanlardan da rahatsızlık duyabiliyoruz.
Sezen Aksu'nun en sevdiğim şarkılarından biri "Gidemem" şarkısıdır;
"Ben, hiç kimseden gidemem, gitmem. Unutamam acı tatlı ne varsa
hazinemdir" mısrasının, bizi biz yapanın yaşadıklarımız, geçmişimiz
olduğunu çok iyi vurguladığını düşüyorum. Peki son yıllarda ne oldu da biz,
benliğimizi inşa eden geçmişimizden kaçar olduk? Nedir bizim geçmişimizle
ilgili derdimiz? Bir insanın geçmişinden kaçması, kendinden kaçmasıyla özdeş
değil mi? Şimdi gelin hep birlikte bu sorulara yanıtlar bulmaya çalışalım.
İstenmeyenin fotoğraftan yok edilmesine benzer bir gereksinim, Facebook,
Instagram, Messenger, WhatsApp gibi mecraların yaygınlaşmasından sonra da
ortaya çıktı. Sınırsız, engelsiz paylaşımın kapılarını açma iddiasıyla
yaşamımıza giren bu mecralar, bir süre sonra çeşit çeşit yasaklama, engelleme
ve kısıtlama uygulamaları geliştirmek zorunda kaldılar. Böylelikle sayıları hiç
de azımsanmayacak bir kitle için istenmeyeni hiçleştirme, yaşanmışı yaşanmamışa
dönüştürme, insanları yok varsayma bir yaşam şekline dönüştü. Son analizde
iletişim teknolojilerinin gelişimi, sosyal medya platformlarının yaygınlaşması
ve flört uygulamalarının yükselişi, insan ilişkilerinde önemli değişikliklere
yol açtı. Bu değişiklikler, bazen olumlu sonuçlar doğursa da, birçok kez
ilişkilerin yüzeyselleşmesine, manipülasyonun artmasına ve bireylerin duygusal
olarak zarar görmesine neden oldu. Örneğin Tinder gibi flört uygulamalarındaki
fotoğrafları sağa veya sola kaydırarak partner seçme yöntemi, salt dış görünüşe
dayalı karar verme eğilimini teşvik etti. Sadece görsel kriterler üzerinden
seçim yaptıran, modern bir esir pazarı hissiyatını andıran bu yüzeysel
değerlendirme şekli, partner seçmenin kolaycılığını artırırken insanları hızla
gözden çıkarmanın da yolunu açtı. Tinder ve benzeri uygulamalar, hızlı ve kolay
partner değiştirmeyi, hızlı ve yüzeysel değerlendirmeleri teşvik ederken, derin
ve anlamlı ilişkiler kurmayı zorlaştırdı, uzun vadede birçok insanda bağlanma,
ilişkiyi sürdürme problemlerine neden oldu. En önemlisi de sevgiyi, aşkı,
arkadaşlığı piyasadan tedarik edilebilen bir tüketim malına indirgeyerek
nesnelleştirdi.
Oldum olası İngilizlerin kavram geliştirme konusundaki yeteneklerine hayranım.
Yukarıda vurguladığım durumlar için çeşitli kavramlar yaratılması da çok
zaman almadı. Ben, bu kavramlar arasından duygusal istismar konusunu
analiz etmemizi sağlayacak iki kavrama odaklandım. Birincisi İngilizcede
“hayalet” anlamına gelen ve ghost kelimesinden türetilen "ghosting",
ikincisi de aşk bombardımanı anlamına gelen "love bombing".
Ghosting, yani ilişkide bir anda iletişimsizliğe bürünme, kopma durumu.
Taraflardan birinin açıklama yapmaksızın ilişkiden çekilerek hayalete dönüşmesi
durumu.Aşk bombardımanı ise sadece İlişkinin başlarında bir bombardıman
şeklinde yaşanan aşırı ilgi, sevgi, değer görme, sürekli olarak övülme,
geleceğe yönelik romantik planlar gibi olumlu görünen şeylerin ilişkide mesafe
kat edildikten sonra birdenbire tam tersine dönmesi durumu.
Bilerek bilmeyerek hepimiz bu türden davranışlar göstermiş olabiliriz. Öyle ki insan, gerçeğin bilgisine ancak olgular üzerine derinlemesine düşününce ve deneyimle varabiliyor. Gerçek şu ki, her iki davranış şekli de, mağdurun duygusal olarak manipüle edilmesine, bağımlı hale gelmesine ve bağımlı olduğu kişi tarafından kontrol edilmesine yol açıyor. Ben bu iki olguya bugünkü edinimlerimin penceresinden baktığımda, yok saymanın da, görmezden gelmenin de bir duygusal istismar hatta psikolojik şiddet olduğunu düşünüyorum.
Peki, bizler sosyal ve psikolojik bağlamda bu durumlarla başa çıkabilecek donanıma sahip miyiz? Öncelikle sosyal medya mecraları ve tüketim ekonomisinin bu mecralar aracılığıyla kurduğu tuzaklara karşı gerekli farkındalıktan yoksun olduğumuzu kabul etmeliyiz. Ardından manipülatif ilişki taktikleriyle başa çıkma yetkinligimizi artirmaliyoz. Bunun yolu, bireysel farkındalığımızı artırmaktan ve duygusal zekâ yetkinliklerimizi geliştirmekten geçiyor. Yüksek duygusal zekâ, kendi duygularımızı ve karşımızdaki kişinin duygularını daha iyi analiz etmemize, manipülatif davranışları erken fark etmemize yardımcı olabilir. Sağlam bir öz güven ve öz saygı, kişilik bozukluğundan muzdarip insanlar karşısında daha dirençli olmamızı sağlar. Duygusal zekamızı geliştirmek için işe kendi duygularımızı tanıma ve anlama uğraşıyla başlayabiliriz. Duygusal zekânın en önemli unsurları, yazmak, bol bol okumak, empati kurmak ve karşımızdaki insanı sözünü kesmeden dinleme sabrıdır. Yazı yazmak ve okumak, duygusal zekânın temelidir. Günlük tutmak ve meditasyon gibi pratikler de, içsel farkındalığı artırabilir. Empati geliştirmek için başkalarının perspektifini anlamaya çalışmak ve aktif dinleme tekniklerini kullanmak da büyük önem taşır. Bu becerileri geliştirerek, manipülatif ilişki taktiklerine karşı daha bilinçli ve dirençli hale gelebiliriz.
Savaşlar, umutsuzluk, hastalıklar, açgözlülük, kıskançlık, keder Pandora'nın
kutusundan dünyaya yayıldı. Kutudan dünyaya yayılan tek olumlu şey umuttu.
Umudu kaybetmeden, duygusal zekâmızı geliştirerek ve birbirimize empati
göstererek, bu zorlu süreçlerin üstesinden gelebiliriz.
Her şey gönlünüzce olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder